Mayıs 31, 2011

lykke li

Nietzsche


" Kendinden hiç söz etmemek çok soylu bir iki yüzlülüktür "


Friedrich Nietzsche

Kuş Kadınlar / Ece Temelkuran


Tepeden aşağı bisikletle hızla inen güzel kadının ardından ona âşık olan genç adam bağırmaktadır:

- Iris, yavaşla! Dur! Sana yetişemiyorum!


- Yavaşlayamam. Sen bana yakın durmaya çalış. Bir şey olmaz!


İngiliz yazar Iris Murdoch’un hayatını anlatan "Iris" filminde üç kez aynı sahne tekrarlanıyor. Adam, kadının hızına yetişemiyor ömür boyu, ama ona "yakın durmayı" beceriyor. Peki hakikaten bir şey olmuyor mu? Ne oluyor ya da?


***


Bazı kadınlar, yakalanamaz, durdurulamaz ve kimseye ait olamazlar. Onlar zaten kendilerine bile ait değildir de, o karmaşık bir mesele. O kadınlara yalnızca yakın durulabilir, yakalanıp durdurursan, kendine ait kılarsan... Ölüverirler. Çünkü onlar kuş gibidirler. Böyle uçucu kadınlar, tepeden aşağıya inen bir bisiklet gibi, fren yaptıklarında düşeceklerini pekiyi bilirler. O yüzden belki de hayat boyu kendilerini en sevdiklerinden bile korumak mecburiyetindedirler. Kendilerini durdurup, öldürüverecek şeylere karşı dikkatli olmaları gerektiğini -her nasılsa bilirler. Onlar, insanı ancak frensiz bir seyahate davet edebilirler. Zira fren yaparlarsa artık onlar, o kadınlar değiller. Bozulmuş bir oyuncak gibi kıymetsizler...
Kanatlarının altına rüzgârı aldığında uçabilen kuşlar gibi, rüzgârsız kaldığında bir lokma ete dönüşen kadınlar... Ve adamlar, ekseriyetle, kadınları eğitilebilecek kuşlar sanırlar. Bilir misiniz? Eğiticiler, eve dönsünler, uzaklara uçmasın diye önce kuşların kanatlarını biraz kırarlar... Ama kimi kuşlar ve kadınlar, gökyüzü kadar uçmayacaklarsa ölüvermeyi tercih ederler...




***


Yıllar geçer. Iris Murdoch bütün o şahane kitapları yazar, bütün o şahane konuşmaları yapar. Zekâsıyla etrafı büyüleyip dururken, tutulamayacak bir kuş gibi oradan oraya uçuşurken birden amansız bir illete tutulur. Alzheimer hastalığı ışıklı sözcüklerini hızla elinden çekip almaktadır. Gökyüzünü ateşe veren alev rengi kanat tüylerini bir bir söker gibi... Ona "yakın durmak için" onca çaba harcayan adam, yatakta, yanında duran, artık tam da en başından beri istediği gibi "yavaşlayıp durmuş" bu düşkün kuşu artık istememektedir. Neden?


- Iris! İlk kez bana aitsin! ilk kez benimsin! 


Ve ben seni istemiyorum!




***


Bilir misiniz? Manolyalar, o kocaman beyaz çiçekler, dokunuldukları anda küserler. Birden, kahverengi çürürler. Kuş kadınlar, manolyalar gibidirler. Kimi kadınlar hareketinin önüne geçilmeden, "yakın durarak" izlenmek, sevilmek mecburiyetindedirler. Bu bir seçim değildir, sevilen renklerini korumak için bunu yapmaları gerektiğini her nasılsa bilirler. Kollarından tutulduklarında amansız bir illete yakalanacaklarını bilirler. Uçuşup, renklerini dağıtıp, çırpınıp hayat içinde, sonra sessizce gidecekler. Durmak büyüyü bitirir, bunu bildikleri için onları sevmiş olan adamlar onlara güvenmelidirler. Tepeden aşağı inen bir bisiklet gibi, fren yapmadan gitmeyi tez elden öğrenmelidirler. Fren yaparsa o kadının artık o kadın olmayacağını... Kuş kadınlar, uçamadıklarında kıymetsiz bir av etine dönüşeceklerini pek iyi bilirler.


ECE TEMELKURAN

chris ısaak

Kayıp Nefes / Şükran Belen

ey sabahın ilk ışığı !kendini onaran kristal !


dağlarla konuştum
nuh'tan beri kimsenin selam vermediği
sen o yaz nerdeydin ?


şehirleri bilmez
gücüme gider ağlardım
babamın omuzlarında dağların ağırlığı
kalkınca denizi geçecektim


ufacıktı ...uçurumu uçuran !
kaç bahar önce ! ...
saksılar mezarlığı ! ...


limon kokusu
burnumda !
tutmam
tutamam kuşları
dökülür gagaları
çırılçıplak ...


sevdikçe mi büyürüm ?


Şükran Belen

İpeğin Ağrısı / Şükran Belen





kaybolan puzzle'ın parçalarıydık
kıvrımlarıma dokundun
ucu açık cümlelere
bıraksaydın ya
üşümeni
öylece ...


ilk kez bir kadın! ...
son kez ateşi ...


aç !
uykulu çeşmeleri
günahın bir yerinde gül- ten ...


" o bir şairdir zamanın ölüm getiren felaketi "


eylül!
cinlerin perilerle savaşı ...
ihanet !


çiçeği burnunda nilüfer ...


sana sığındım
kurak su !
İstanbul ...


Şükran Belen

Şükran Belen



1962 'de Erzurumda doğdu. Anadolu Üniversitesi İşletme fakültesinden mezun oldu. 1984'ten beri şiirleri, öyküleri, yazıları çeşitli dergilerde yayımlanıyor.Ankara sanat evinde oyunculuk da yapmış olan şair'in ilk şiir kitabı " Kayıp Nefes " 2010 yılında, ikinci şiir kitabı " İpeğin Ağrısı " 2011 yılında yayımlanmıştır.


" hepimizin kabuğunda
ağacın
ruhu ..." Şükran Belen

Mayıs 30, 2011

jehan barbur

Birhan Keskin / Tüller ve Silah

önü denizle başlayan rüzgarlı bir kasabadaydık.
sanki yıllardır oradaydık. her şey düzelecekti.
orada doğmaya çabalayarak öldük.


meleğim nehir kanatlarını uzaklıklarda yıka şimdi.


soğuktu, ısınamıyorduk. bu kadar yakınken. aramızda
yalnızca o hava boşluklarının dolaştığı odalardaydık.
biriken bütün rüzgarlar işte orada, o deniz kasabasında
o çok köpekli, çok rüzgarlı yerde patladı. ikimizi aynı
gökyüzüne baktıran, neydi o, ışık söndü. sustum.
sustum. sustum. sustum.
bütün aşkların sonunda yaptığım gibi,
konuşmak hiçbir şeyi, hiçbir şeye ulaştırmıyordu.
biliyordum.


rüzgarlar.. pansiyon.. teras
blue cult.
akşam yürüyüşleri. akşamın batısına
meleğimin kanatlarını da oraya götürerek.
metropollerin asi özlemi sonra
ah benim kaçak sevgilim: istanbul
fincanlarda yol görünmedi bana yaz boyunca.


terin ter, gövdenin diğer gövdeyle buluştuğu yer.
kaç sevişme hatırlıyorsun o günlerden. güç. zor.
yitik hafızam: öksüz çocuğum benim
kendini unutma olur mu?


sustum. sustum. sustum. başkalrının ilgili yollarına
adım atan ayaklarına susarak baktım. yanımdayken kalktın.
gövdei gövdemin karşısına, sana ilgili gövdelerin
yanına bıraktın. sustum. seni yabancı olduğun gövdelerin arasından çekip çıkaramıyordum.
bunu yapmayacak kadar büyümüştüm. kendini yormanı
sessizce izleyecek kadar büyümüştüm.


meğer dalından düşecek kadar büyümüşüm.


yaprağın ağaçsız kalışını
ağacın çıplaklığını
rüzgarın şiddetini ve rüzgarın
onların her ikisine de ne yaptığını gördüm.


meğer dalından düşecek kadar büyümüşüm.


bu gece ay dörtte bir hilal olacak
ben sana ne olmadığımı anlatacağım.
düşen yaprakların sokaklara vuran gürültüsünü anlatacağım.
yaprağa, ağacından düştükten çok kısa bir süre sonra
ne olduğunu anlatacağım.
senin elementlerin yollara çıkacak
ellerin, gece ve keder.
ve hala akan ne varsa senin iyiliğinden olacak.


..önü denizle başlayan rüzgarlı bir kasabadaydık.
sanki yıllardır oradaydık. her şey düzelecekti.
orada doğmaya çabalıyarak öldük
şimdi beni unut sevgilim. tenimi ve alçaklıklarımı unut.

beni kanadı kırık küçük bir yavru gibi bulduğun, çoktandır
sanki birini beklediğin varmış gibi katladığın, o çöplükte
bulduğun beni, baktığın, büyüttüğün beni unut.
şimdi bu acıya ne benim kuş kadar yüreğim, ne senin anaç kalbin dayanır.
sana son kez sarılıp uyuduğum o son gecede tüller ve
silahlar gördüm düşümde.
bugün ayrılığın ilk günü. hiçbir şeyi hiçbir şeye yoramayacak
kadar kara bir kının içindeyim. kara bir kan içindeyim.
tüller ve silah nedir bilmiyorum.


yaşlı doğuda her şey mümkündür diyorlar:


sonsuz sevgi, sonsuz bağlılık
ani ışık, ani ayrılık.




Birhan Keskin 

Birhan Keskin





Birhan Keskin 1963 yılında Kırklareli'nde doğdu.Türk kadın şair yazar  1986 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nü bitirdi. İlk şiirini 1984 yılında yayımladı. 1995-98 yılları arasında arkadaşlarıyla birlikte Göçebe dergisini çıkardı. Çeşitli yayın kuruluşlarında editör olarak çalıştı. 1991  ile 2002 arasında beş şiir kitabı yayımladı:
  • Delilirikler (İskenderiye Kütüphanesi Yayınları, 1991)
  • Bakarsın Üzgün Dönerim (Era Yayıncılık, 1994)
  • Cinayet Kışı + İki Mektup (Göçebe Şiir Kitapları, 1996)
  • Yirmi Lak Tablet + Yolcunun Siyah Bavulu (YKY, 1999)
  • Yeryüzü Halleri (YKY, 2002).
Bu ilk beş kitap "Kim Bağışlayacak Beni" adıyla (2005) metis yayınları tarafından tek ciltte toplanmıştır. Altıncı kitabı "Ba" da bu kitapla eş zamanlı olarak yayınlanmış ve Altın Portakal şiir ödülünü almıştır. Şairin Y'ol adlı kitabı 2006'da, son olarak Soğuk Kazı isimli kitabı 2010 yılının nisan ayında yine metis tarafından yayınlandı.

Alıntı : Wikipedia

el tango de roxanne

Primadonna

" Dünya bir opera sahnesiyse eğer ; bazı kadınlar dönemlerinin Primadonna'larıdır "


Niobe

Mayıs 27, 2011

Frida Kahlo


"...Gecelerim sürekli seni arıyor.
Bedenim bir kaç sokağın ya da adi bir coğrafyanın bizi ayırdığını anlayamıyor.
Bedenim gecenin ortasında senin gölgeni görememekten dolayı acıdan çıldırıyor.
Bedenim uykunda sana sarılmak istiyor.
Bedenim gece uyumak ve karanlıkta senin öpüşünle uyanmak istiyor.
Gecelerim bundan daha zalim bir düş tanımıyor...."


Frida Kahlo / 12 Eylül 1939 Meksika

Frida Kahlo



Meksikalı ressam. Gerçek adı " Magdalena Carmen Frida Kahlo y Calderón'" dur. Resimleri sürrealist akımla ilişkilendirilse de keskin ve acı gerçekliği yansıtmaktadır. Fırtınalı bir hayatı olmuş, hastalığı, resim sanatına kattıkları, ilişkileri ve yeteneğiyle dikkat çekmiştir. Pablo Picasso ’nun "Biz onun gibi insan yüzleri çizmeyi bilmiyoruz" dediği sanatçının 70 eserinin 50'si ressama hayranlığıyla bilinen Madonna tarafından satın alınmıştır. Oto portreleriyle tanınan Frida'nın hayatı, yönetmenliğini Julie Tylomor'ın yaptığı ve Salma Hayek'in sanatçıyı canlandırdığı 2002 tarihli Frida filmiyle beyaz perdede hayat bulmuştur. Kahlo, yaşarken ünlü olmuş, resimlerinin çoğu satmış nadir sanatçılardan biridir.
6 Temmuz 1907 yılında doğmuş olmasına rağmen, doğum tarihini Meksika devriminin olduğu 7 Temmuz 1910 yılı ilan etmişti.Altı yaşındayken geçirdiği çocuk felcinin sonucu olarak bir bacağı özürlü kalmış, kendisine "Tahta Bacak Frida" denmişti. 17 Eylül 1925 'de henüz 19 yaşında, okuldan eve dönerken bindiği otobüsün tramvayla çarpışması sonucu çok kişinin öldüğü kazada, trenin demir çubuklarından birisi Frida’nın sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkmıştır. Kazadan sonra tüm hayatı korseler, hastaneler ve doktorlar arasında geçecek; omurgası ve sağ bacağında dinmeyen bir acıyla yaşayacak, 32 kez ameliyat edliecek ve 1954 'te çocuk felci nedeniyle sakat olan sağ bacağı kangren yüzünden kesilecektir.


Kazadan bir ay sonra hastaneden çıkan Kahlo, ailesinin teşviki ile sıkıntı ve acıdan kaçmak için resim yapmaya başladı. Yatağının tavanındaki aynaya bakarak oto-portreler yaptı.


1927 yılı sonunda yürümeye başlayan Kahlo, bu dönemde sanat ve politika çevreleri ile yakınlaşmaya başladı.Resim çizmeye devam eden Kahlo aynı dönemde bir gün, Meksikalı Michalangelo olarak anılan ünlü ressam Diego Rivera'yı görmeye ve resimlerini göstermeye gitti. İki sanatçı, 21 Ağustos 1929 ’da evlendiler.


Frida ile Rivera’nın fırtınalı bir evlilik yaşamları oldu. Sağlık sorunları nedeniyle bir çocuğunu aldıran ve ardarda iki düşük yapan Frida, eşinin sadakatsizlikleri nedeniyle 1939 yılında ondan ayrıldı ama 1 sene sonra yeniden evlendiler. 1950 'de omurgasındaki sorunlar nedeniyle hastaneye kaldırıldı ve 9 ay hastanede kaldı. 1953 'yılı Nisan ayında Mexico City’de bir kişisel sergi açtı; Temmuz ayında sağ bacağı kesildi.

Frida Kahlo, 13 Temmuz 1954’te, akciğer embolisi teşhisiyle son nefesini verdiğinde; arkasında bıraktığı son tablosu; "Yaşasın Yaşam" isimli bir natürmorttu.

Frida'nın resimleri sürrealist olarak değerlendirilse de, o bunu reddetti " Asla hayallerimi resmetmedim, çizdiklerim benim gerçeklerimdi "




kuşlar .. mektuplar ve kadınlar / Niobe




“ Kuşların göçü gibiydi gidişin”

Kuşların, mektupların ve kadınların ortak bir paydası vardır “ yol ” . Oluşları boyunca binlerce kez çıkılmış yolculukları yaşarlar. Görünmeyen pusulalar ve ellerinde bitmeyen yol haritaları ile. Gidişler, dönüşler, arayışlar, varışlar… sonrasında tekrar tekrar kayboluşlar.
Kuşlarla ilgili okuduğum bir yazıda göç eden kuşların, ornitologlar yani kuşbilimciler tarafından yakalanıp incelenmek üzere bir kafese kapatıldığında,  göç zamanlarında huzursuzluk yaşadıkları, kafesin yönünü nereye çevirirseniz çevirin kuşun daima güneye doğru döndüğünü, ilkbahar geldiğinde de tam ters istikamete yani kuzeye yöneldiklerini tespit etmiş bilim adamları.  Binlerce kilometrelik zorlu, ölümcül göç yoluna rağmen her yıl 50 milyar kuşun göç ettiğini düşünürsek kuşlar için “yol” olgusunun ne derece önemli olduğunu anlamış oluruz sanırım.
Yolu yol yapan mesafesi değildir elbet ya da niteliği... Bir yerden bir yere taşınmak da değildir her yolculuğun amacı. Sonuç noktasına varmak güzeldir ama esas güzel olan yolun kendisi değil midir?
Kadınların yolculukları ise hiç bitmez. Kuşların yolculukları gibi binlerce kilometre yol kat etmeseler de onların çıktığı yolculuk da zorlu ve yorucudur. Bir kadın ömrü boyunca defalarca içsel yolculuk  yaptığı gibi gün içerisinde de aklı, ruhu defalarca git- gel’ler içerisinde kalır. Siz onu amirine rapor hazırlar sanırsınız, oğlunu uğurladığını, eşinin iş sorunlarını dinlediğini, sevgilisine kapris yaptığını…
Oysa çalı fasulyesini temizlerken, iki gün önce vitrinde görüp alamadığı ayakkabıyı düşünür aynı anda. Arkadaşıyla “ rujun çok yakışmış markası nedir” diye başlayan hummalı muhabbette dün gece sonuçlandıramadığı kavgadadır hala bir yanı. Alakalı alakasız yerlerde ve zamanlarda öyle uzun uzadıya değil anlık, bir parıldama esnasında, iki gülümseme arasında kadın gider ve gelir. Hep bir yoklama vardır içinde, hep birilerini taşır yanında,  asla yalnız değildir en çok yalnız kalmak istediği zamanlarda da  . Eşini, dostunu, çantalarını, sorunlarını, kaygılarını, hırslarını taşır görünmez bavullarda. Odacıklarla doludur içi, raflarla … çıkarır bakar, kırıştırır ütüler katlar yerine koyar hepsini .
Bir bütünden değil büyük parçalardan oluşmuştur kadın… Tümden gelim değil, tüme varımdır.
Arşivler taşırlar yanlarında. Zaman zaman o arşivi karıştırıp “ miladi takvime göre şu yılda, şu zamanda sen bana “…. diyerek başlayan cümleler kurarlar. Tozlu kalın kitaplardır milatları ve bu yüzden aynaya baktıklarında er ya da geç kendi çizgilerinin yanında başkalarının çizgilerini de görürler yüzlerinde. Velhasıl kadının yolculuğu hiç bitmez. Bu yüzden dünya değil aslında kadın yorar kendini en çok. Kadın ve yolculukları.
Mektuplara gelince … Elektronik mail dönemini yaşamanın hezimeti içerisindeyim.  Beyaz sayfalara mürekkepli kalemlerle ve güzel el yazılarıyla yazılmış, bitim noktasına gelene kadar birkaç defa buruşturulup atılmış emek verilmiş, iz taşıyan, kokusu olan beyaz sayfalı dönemlerin geçmiş olması üzücü. Sevinçli, üzüntülü, sürprizli ama hep hasretle beklenen… Yolculuk yapan en güzel şeydir mektup bu yüzden.

Kuşların göçü gibiydi gidişin / Bir gün mektupların gelişi gibi gel  ...


Niobe