Ocak 30, 2012

kış günlüğü




yeni farkettiğim pencere önü çiçeğim!
kış gelmiş sen karşılamışsın... ben evde yoktum
ben hiç evlere giremedim

ey rüzgarı felç eden yüzüm!
düşme n'olur...
boyumdan asılan! dur!

unutmalıyım
ekmek kırıntılarına isteksiz serçeleri 
ama sen hatırla
ah nasıl da dalgalıydı saçlarım

tut ki evdeyim...
boş bir zarf gibi beklerken buldular beni

elimi, baharat kavanozunda sakladılar
bulamazsın ki....
en kırılgan şairin cümlesiyim! kitaplığını terkeden...

unuttuğunu hatırlarım
'sevgilim' diye başlayan bir ayrılığı ...

kitap kapakları , bi kaç fotograf için dönerken
bir bardak çay..iki şeker evden çıkıyordu...

sevgilim!
zarfın içinde bir tutam baharat....



Şükran Belen 





Ah zaman!... hançerimden önce davranıyorsun / Macbeth 



William Shakespeare

Ocak 27, 2012

Momo





...dünyayı kendi görüşleri doğrultusunda değiştirmek isteyen ve "Kızıl" diye anılan zalim Despot Marksentius Kommunus'u bilmeyen yoktur. Ama o ne yaparsa yapsın, insanlar oldukları gibi kaldılar, değişmediler...Çılgınlık bu ya, Marksentius Kommunus'un aklına da dünyayı kendi haline bırakıp yepyeni bir dünya kurma fikri takıldı.
Dünya büyüklüğünde; evleri, ağaçları, akarsuları yerli yerine konmuş ve eski dünyanın tıpkısı olacak bir küre yapılmasını emretti.

Önce destek yapıldı, sonra dünya büyüklüğünde kocaman bir küre. Kürenin yapımı bittiğinde eski dünyanın üstünde ne varsa taklit edildi.

Elbette bunun için pek çok malzeme gerekliydi ve bunu dünyadan almaktan başka çare yoktu. Böylece bir dünya büyüdükçe diğer dünya küçüldü.

En sonunda, bitmesi için dünyadan son taş da alınınca, yeni dünya eskisinin tıpkısı oldu. Tüm insanlar da oraya taşındı. Fakat Marksentius Kommunus bütün bu uğraşlara karşın her şeyin eskisi gibi kaldığını görünce, harmanisini başına örttü ve çekip gitti. Nereye mi? İşte bunu kimse öğrenemedi.

.......

"Beppo sokağı süpürürken yavaş, ama belli bir tempo ile çalışırdı. Her adımda bir nefes alır; her nefeste bir süpürge sallardı.
Bir adım - bir nefes - bir süpürge. Bir adım - bir nefes - bir süpürge. Böyle sürüp giderdi. Arada bir durur ve önüne bakarak düşünürdü. Sonra tekrar bir adım - bir nefes - bir süpürge.

Bak Momo derdi, ne oluyor, biliyor musun? Bazen önüne upuzun bir cadde çıkıyor. Öyle uzun ki, insan bunun sonu gelmez sanıyor.

O zaman acele etmeye başlıyorsun. Gittikçe daha çok acele ediyor insan.
Her önüne baktığında yolun hiç de kısalmamış olduğunu fark ediyorsun.
Daha hızlı ve daha gayretli çalışıyorsun; sonunda nefesin kesilip güçsüz kalıyorsun. Ve cadde hala upuzun bir şekilde seni bekliyor.

İnsan caddenin tamamına bakıp hemen bir karara varmamalı. Her zaman adım adım ilerlemeli. Sürekli olarak bir adım sonrasını düşünmeli, bir adım, sonra derin bir nefes, sonra bir süpürge. İşte o zaman hayat zevkli olur. Önemli olan işini iyi yapmaktır. Öyle de olmalı.

Bir de bakarsın ki adım adım bütün yolu bitirmişsin. Nasıl olduğunu anlamadan ve yorulmadan.

Önemli olan da budur.



Momo / Michael Ende

Back to the Future - Irina Werning

Buenos Aires'li fotoğraf sanatçısı Irina Werning 'in " back to the future "isimli çalışmaları. Daha önce çekilmiş eski fotoğrafların yeniden canlandırılmaya çalışılması. İnsanlar aynı, mekanlar, giysiler ... tek farkı yıllar. Zaman bazılarına insaflı bazılarına acımasız davranmış ama ortaya çok hoş ve ilginç fotoğraflar çıkmış. Irina Werning'in diğer çalışmalarına bakmak isterseniz sitesini ziyaret edebilirsiniz.


 CECILE IN 1987 & 2010, France

MARITA & COTY IN 1977 & 2010, Bueno

 MECHI IN 1990 & 2010, Buenos Aires


PANCHO IN 1983 & 2010, Buenos Aires 


Fer 1981 & 2011 Buenos Aires 
LALI IN 1978 & 2010, Buenos Aires


Lea B 1980 & 2011 Paris 

Ocak 26, 2012

Mucizevi Mandarin





Bir insanı gerçekten sevmek, onun tuhaflıklarını başka hiç kimsenin, kendisinin bile benimseyemediği hatta fark etmediği huylarını sevmektir.


İnsanların en esaslı yönleri uyumsuzluklarında saklıdır çünkü.

Aslı Erdoğan / Mucizevi Mandarin


Sümbül- Nergis - Narcissos





Ben sümbülle nergisi hep birbirine karıştırırım. Aslında karıştırmak değil de ben nergisleri de sümbüllerden sayıyordum . Dün çiçekçide nergisleri görünce  " aaa ne güzel sümbüller çıkmış " diyerek sevinip bir demet aldım. Çiçekçi de mutluluğumu görüp hiç bozuntuya vermeden bir demet sardı. Ben, niye bu demetler bu kadar az üç dört dal var sadece içinde diye adama çıkışırken çiçekçiye gelen bir kadının nergislerin fiyatını sorması üzerine çiçekçi ile aramızda kısa bir " bunlar nergis mi sümbül mü " tartışması başladı ve ben elimde nergis demeti ile oradan ayrıldım. Sümbül hevesimde kursağımda kaldı.

Öğrenmenin yolu meraktan geçer. Bu durumda biraz hayal kırıklığından. Eve gelince google'a " Nergis " yazıp biraz bilgi karıştırdım ve nergis çiçeğinin efsanevi bir hikayesi olduğunu öğrendim. Nergisgiller (Amaryllidaceae) familyasından Narcissus cinsinden bitkilermiş. Soğanlı olan bu bitkilerin soğanları bir yıl ara ile kullanılırmış zira çiçeğini vermiş olan bitkinin soğanı bir daha ki yıl çiçek açmıyormuş. Hani soğanını saksıya dikip boşuna beklemeyin çiçek açacak diye ...




Mitolojik hikayesine gelince;  Narcissos bir peri ile insanın kendini beğenmiş oğluymuş. Dağ perilerinden Ekho ona aşık olmuş fakat kendini beğenmiş Narcissos periyi beğenmeyerek aşkına karşılık vermemiş. Dağ perisi Ekho üzgün ve mutsuz bir şekilde “ Dilerim oda sevsin benim gibi ve sevdiğine kavuşamasın.” demiş ( bildiğiniz beddua ). Sonra Ekho kahrından taşa dönüşmüş geriye sadece sesi kalmış.  Bir gün Narcissos dağlarda dolaşırken bir pınara rast gelmiş eğilip su içmek istediğinde suda gördüğü hayali beğenip ona aşık olmuş ( Narsisizm de burdan doğmuş ihtimal ) Narcissos bu sefer gerçekten sevmiş, ellerini bu kusursuz güzelliğe doğru uzatmış ama dokunamamış. O da üzüntüsünden sevdiğini elde edememenin ağırlığı altında sararıp solmuş ve ölmüş.  Narcissos'un cesedinin yerinde bir çiçek bulmuşlar  " Nergis" . O günden bu yana nergis kendini beğenmişliğin sembolüdür. ( Harika ! Birine nergis filan alacak olursanız bundan sonra dikkat edin. Ben bilmiyorum hikaye böyle söylüyor) 

Şimdi bu bilgileri de öğrendikten ve kendini beğenmiş Narcisos'un hikayesini okuduktan sonra nergislere karşı bakış açım daha bir değişti. 

" Sizi sevmiyorum nergisler, hikayenizi de hiç sevmedim. Çok güzel kokabilirsiniz ama ben sümbülleri seviyorum. " 

Sahi, mor sümbüller ne zaman çıkar ? 


Niobe 



Ocak 25, 2012

Eternity and a Day






- Yarın ne kadar sürer Alexander?

- Sonsuzluk ve bir gün kadar... 


Eternity and a Day /  Theo Angelopoulos



İdiller Gazeli





gözlerin yağmurdan yeni ayrılmış
gibi çocuk, gibi büyük, gibi sımsıcak

sen bir şehir olmalısın ya da nar
belki granada, belki eylül, belki kırmızı

gövden ruhunun yaz gecesi mi ne
çok idil, çok deniz, çok rüzgar

çocukluğun tutmuş da yine aşık olmuşsun
sanki bana, sanki ah, sanki olur a

aşk bile doldurmaz bazı aşıkların yerini
diye övgü, diye sana, diye haziran

heves uykudaysa ruh çıplak gezer
gazel bundan, keder bundan, sır bundan

gözlerin şehirden yeni ayrılmış
gibi dolu, gibi ürkek, gibi konuşkan

hadi git yeni şehirler yık kalbimize bu aşktan



Haydar Ergülen / Üzgün Kediler Gazeli

Ocak 23, 2012

Oil on Canvas - Dove Coloured Fools



Constantino Kavafis




Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam,
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,

boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.
Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde de.



 Constantino Kavafis 




Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı ...

Birhan Keskin 

Ocak 20, 2012

Tarık Tufan





Her insanın ömrü boyunca ezberinde tutacağı bir yağmuru olmalı... Ansızın veya keskin bir gök gürültüsü sonrası şehre düşen bir yağmuru ezberinde tutmalı insan.

Tarık Tufan / Bir Adam Girdi Şehre Koşarak







Gabriel Pacheco

İllüstrasyonlarını oldukça beğendiğim Gabriel Pacheco çalışmalarından bazıları;
devamı için buraya bakabilirsiniz.










Ocak 19, 2012


Aslı Erdoğan




Taştan kadının kanatları açılır, uzanır hayatın bir ucundan ötekine, taşın ağır sessiz dili insan ruhunun hakikatini anlatır. Hemencecik söner ateş, her şey gibi uyarak uykunun çağrısına…

Gece kucaklar geceyi. 

Aslı Erdoğan 

Derin Zaman



Ben senin sınırlı gövden ile
beni sonsuz sarmanı diledim.
Uykum seninle kışın kolları arasında
devrilerek dönerek tamamlansın,
içimde kuzeyin kuşları sussun istedim.
Kışı ve kışın kalbimde ağırlaşan meyvesini,
çiy düşmüş, soğumuş, donmuş bir dili
hatırlamak için
beni büyüleyen o kimyanın boşluğunda
durup yalvardım:
Beni bu siyah boşluğun içine bırakma,
derin bir zaman istedim senden, ama
bana onu verme! Ne kışa ne yaza uygun
kalbim, çatlat aramızdaki donmuş dili,
yokluğunun sebebini anlatamadım kendime,
yokluğun ne vakittir karlı bir tepe gibi
içimde.



Ayağa kalk, yaklaş, dilini döndür ağzında,
de ki:
Ben onunla denizin dövdüğü dilsizzz
taşlar üstünde sustuydum.


Birhan Keskin / Derin Zaman



Ocak 18, 2012

kitap sanatı 2


37 yaşındaki Amerikalı 'Kitap Cerrahı' Brian Dettmer eski kitapları ve teypleri kullanarak eserlerini hazırlıyor. Ona "kitaplara otopsi yapan adam" diyorlar. Kitapları eski yeni fark etmez çok sevdiğim ve eşyaların da bir ruhu olduğuna inandığım için bu kesip biçme olayını mantık olarak çok sevmesem de ortaya çıkan eserler her zamanki gibi harika ve görülmeye değer.














Ocak 16, 2012

melodramma

Mihail Lermontov





Şair öldü! -Kuluydu namusun.-
Düştü, karalanmış, söylentilerle.
Düştü intikam özlemiyle, göğsünde bir kurşun
Eğerek gururlu başını yere !

Lermontov   " Şairin Ölümü " şiirinden. 


A.Sergeyeviç Puşkin'in 1837 yılında bir düollo sonrasında ölümünün ardından Lermontov 'un Puşkin'in ölümünden etkilenmesiyle yazdığı şiirdir. Hatta ölümünü bir cinayet olarak nitelendirip Çarlık yönetimini suçlaması üzerine Kafkasya'ya sürgüne gönderilmiştir. Bir çok şiir ve tiyatro oyunu yazmış, çeviriler yapmış  " Çağımızın Bir Kahramanı " isimli romanıyla kısa ömrüne bir de roman sığdırmış olan Rus yazar ne yazık ki  henüz 27 yaşındayken Puşkin ile aynı kaderi paylaşmış ve 1841 sonbaharında bir düello sonucu hayatını kaybetmiştir. 


Düşünüyorum içten ve gizli bir acıyla
Ne istiyordu şu zavallı adam ?
Gökyüzü aydınlık ve altında,
Herkese yetecek kadar yer var
Ama neden durmaksızın ve boşuna
Dövüşüyor tek başına - niçin ? 

-


Hem Sıkıntı Hem Hüzün 

Hem sıkıntı hem hüzün ve yok el uzatacak kimse
İçinin daraldığı bu dakikalar...
İstekler! ...Boşuna ve sonsuzca istemenin yararı ne? 
Ve yıllar geçmede, en güzel yıllar!

Sevmek...fakat kimi? Değmez emeğine bir an için,
Ve yok olanağı sonsuz bir aşkın.
Kendi ruhunda da kalmamış izi geçmişin:
Yitirmiş anlamını sevinçlerin, acıların...

Tutkular mı? Gönlün o tatlı ağrısı da
Mantığın sözü önünde silinip gidecektir;
Ve yaşam, çevrene soğuk bir dikkatle baktığında
Boş ve aptalca bir şakadan başka nedir...


(1840)

 Mihail Lermontov

Edip Cansever







Yüzümü size çeviriyorum, siz misiniz?
Elimi suya uzatıyorum, siz misiniz?
Siz misiniz, belki de hiç konuşmuyorum.
Belki de kim diye sorsalar beni
Güneşe, çarşıya, kadehe uzatacağım ellerimi
Belki de alıp başımı gideceğim
Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin
Nereye, ama nereye olursa gitmenin
Hüzünle karışık bir ağrısı


Edip Cansever 

Ocak 13, 2012

kimse bilmez

Murathan Mungan



Aldıkça dönemeçleri değişmedi hiçbir şey
yalnızca ufuklar yeniledim.



Murathan Mungan


John Berger


Kırlangıç yanlışlıkla bir odanın içine uçar. Dönmeye başlar, girdiği açık pencereyi bulamaz. Habire, içlerinden gökyüzünü gördüğü pencere camlarından geçmeye çalışır. Giderek kanatlarını daha telaşlı çırpar, tahta bir kaynana zırıltısı gibi sesler çıkarır - hani o sapından tutup çevirdiklerinizden. Kuş cama inanmaz. Kendisini gökyüzünde zanneder, ama uçamadığını keşfeder. Kanatlarını çırparak duraksar. Tekrar camlardan birine doğru bir hamle yapar; sanki bu sefer hızı sayesinde içine hapsolduğu ağı parçalayabilecekmişçesine. Oysa cama çarpar ve sersemler. Her hamleden sonra küçük tüylerden oluşan kuş biçimli kutu daha kötü sarsılır ve kalbi kanatlarından hızlı çarpmaya başlar. Gagasının altında bir damla kan belirir. Cama her vurduğunda bir damla daha oluşur. Nihayet, son çılgınca savruluş sırasında bir mucize olur. Hedeflediği pencere camını şaşırır ve açık olandan geçer. Açık havada olduğunu hemen - daha kuyruğu çerçeveden çıkmadan - anlar. Bir cıvıltı çıkarır. Kısa, zor duyulan ama apaçık bir neşe cıvıltısı. 

John Berger / Kral

Ocak 12, 2012

Mercedes Sosa & Chango Spasiuk

Turgut Uyar





ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar


Turgut Uyar 

Lale Müldür






bazen ama bir insanla bir şey olur
kısa süren bir şey
iki geyiğin sıçrayıp havada öpüşmesi gibi
bazı insanlarla
yıllarca görüşsen de
bir şey olmaz. /  Lale Müldür 

Attila İlhan









açılmış sarmaşık gülleri 
kokularıyla baygın 
en görkemli saatinde yıldız alacasının 
gizli bir yılan gibi yuvalanmış 
içimde keder 
uzak bir telefonda ağlayan 
yağmurlu genç kadın 
rüzgâr 
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları 
mor kıvılcımlar geçiyor 
dağınık yalnızlığımdan





Ocak 11, 2012

The Little Prince




 Koyun ağaç fidanı yerse, çiçek de yer, değil mi? diye sordu.
- Koyun ne bulursa onu yer, dedim.
- Dikeni olan çiçekleri de yer mi?
- Evet, dikeni olanı da yer.
- Öyleyse, dikenler ne işe yarar?
Hiç bilmiyorudum. O anda da motorumun sıkışmış bir vidasını sökmeye uğraşıyordum. Çok dertliydim; motordaki bozukluk çok önemli görünüyordu. İçme suyumuz da günden güne azaldığından, geleceği karanlık görmeye başlamıştım.
- Dikenler ne işe yarar?
Küçük Prens bir soru sordu mu, vazgeçmezdi. Vidaya çok sinirlenmiştim. Rastgele bir cevap verdim:
- Dikenler hiçbir işe yaramaz. Çiçeklerin kötü huyundan doğar. 

- İnanmam! dedi. Çiçekler zayıftır, saftır. Tehlikelere karşı koymak için, ellerinden geleni yaparlar. Hem onlar dikenleriyle kendiierini çok güçlü sanırlar... Küçük Prens öfkesinden sapsarı olmuştu.


“O günden bu yana tam altı yıl geçti. Bu hikayeyi daha önce kimseye anlatmamıştım. Uçağımı onarıp geri döndüğümde, çevremdekiler hayatta olduğum için çok sevinmişlerdi. Bense üzgündüm ve onlara yorgun olduğumu söylemiştim.
Şimdi acımın bir kısmı dinmiş durumda. Yani tamamen değil. Gezegenine geri döndüğünden eminim, çünkü gün ağarırken bedenini hiçbir yerde bulamamıştım. O kadar da ağır bir vücut değildi onunki. Şimdiyse, geceleri yıldızları dinliyorum. Sanki beş yüz milyon tane küçük zil, oradan bana gülüyor. 
Ama beni kaygılandıran bir şey var. Koyununun ağzına bağlaması için çizdiğim ağızlığın kayışlarını çizmeyi unutmuşum. Yani, onu hiç kullanamayacak. Bu yüzden de gezegenine vardıktan sonra neler olduğunu çok merak ediyorum. Belki de çizdiğim koyun çiçeği yemiştir…
Bazen kendi kendime: “Kesinlikle yememiştir! Küçük prens çiçeği her gece camdan korunağıyla kapatmış, koyunu da dikkatle izlemiştir” diyorum. Böyle düşününce mutlu oluyorum. Ve bütün yıldızlar bana gülüyorlar.
Ama sonra: “Herkes zaman zaman dalgın olabilir. Ya küçük prens bir gece camdan korunağı çiçeğin üstüne geçirmeyi unutursa ve koyun da sessizce yerinden çıkarsa…” diye düşünüyorum. O zaman benim küçük zillerim kahkaha yerine gözyaşlarına boğuluyorlar. 
Bu gerçekten büyük bir sır. Sizler gibi, benim gibi küçük prensi sevenler için, evrenin kim bilir neresindeki bir koyunun bir çiçeği yemiş ya da yememiş olması çok önemli bir şeydir.
Gökyüzüne bakın. Kendinize “Acaba koyun çiçeği yedi mi, yemedi mi?” diye sorun. Bakın her şey nasıl da değişiyor. 
Ve bunun neden bu kadar önemli olduğunu büyükler asla anlayamazlar…


            “Soğuk algınlığım o kadar kötü değil. Gecenin serinliği iyi gelir bana. Çiçeğim ben.”



Antonie de Saint Exupery