Mayıs 30, 2012

lal masallar



anlatsam inanmazlar oğul, masal derler
masala inanmazlar, masali yalnızca dinlerler
sanki hakikati bilirmiş gibi.
sanki hakikatin sırrına ermiş gibi.
masala inanmayan gerçeğe inanır mı?


Murathan Mungan

Simone de Beauvoir




gerçek şu ki, ben bir yazar kadınım: bir yazar kadın, yazı yazan bir ev kadını değildir, bütün varoluşu yazının buyruğu altında bulunan kadındır,.böylesi bir ömür her ömre bedeldir. kendi nedenleri, kendi düzeni, kendi amaçları vardır, bu yaşamı çılgınca diye nitelemek için onlardan hiçbir şey anlamamış olmak gerekir.'


Koşulların gücü- 1963 / Simone de Beauvoir

mevlana







" bilgiyi sözle, sanatı işle edinir insan
can bilgisini ise sadece başka candan " 


Mevlana / Mesnevi 5.1062-4

edip cansever



Uyanınca çocuk olmalarım var benim 



Edip Cansever 

Mayıs 28, 2012

the dark night of the soul

spirited away





” … burdaki herkesin ismini alır, burdan kurtulmak için ismini sakın unutma chihiro. “


Spirited Away / Hayao Miyazaki 



aslı erdoğan




" Hayatın bizlere verip verebileceği tek ödül, tek armağan sevgi dolu bir insandır ve biz böyle bir insanı ilk fırsatta katlederiz. Sonra da, ömür boyu bu asla bağışlanmayan günahın lanetini sırtımızda taşırız."

 Aslı Erdoğan – Kabuk Adam

ışığın savaşçısının el kitabı






bugüne kadar milyonlarca insan pes etti.
öfkelenmiyorlar,
ağlamıyorlar,
hiçbir şey yapmıyorlar.
yalnızca zamanın geçmesini bekliyorlar.
tepki gösterme becerilerini yitirmiş onlar.
sense üzgünsün.
bu da senin ruhunun hala canlı olduğunu kanıtlar.

Paulo Coelho

kaf dağının önü




Bizi dehşetimizle yüz yüze bırakan masallar, bir yanımızı
onarırken, bir yanımızı çürütür.


Murathan Mungan / Kaf Dağının Önü


Mayıs 25, 2012

firarperest





Erkek genellikle güneş gibidir. Ya batar ya çıkar. İktidar peşinde, ya kazanır ya tepetaklak yuvarlanır. Net, berrak, sade ve yalın. Kadın ise ayın halleri gibidir. Parlakken bile bir yanı karanlıkta kalır. En görünür olduğu zamanlarda bile bir parçası bulutların ardında… Kadın muammadır.


Elif Şafak

Mayıs 22, 2012

refuge

eski avluda



Ben sana bir eski Endülüs avlusu
İstersen serin bir Portofino getirsem
Ya da Yedigöllerin yedisini birden.

Bir çiçek açtığında
Bir eski avluda
Diyor ki;
Çalıda sarı bir çiğdemim ben
Ve senin çok eski cümlen.


Birhan Keskin

Descartes



İyi kitaplar okumak, geçmiş yüzyılların en iyi insanlarıyla sohbet etmek gibidir.

René Descartes

içimde bir Einstein var n'apsak acaba ?


Müjde ! Artık bizde de üstün zekalı ve üstün yetenekli çocukların belirlenmesi için çalışmalar yapılıyormuş. Türk akademisyenler dahi çocukları tespit edebilmek için zeka testleri hazırlayacakmış. (Sabah Gazetesi ) Bunca yıldır görmezden gelinerek uyumsuz, yaramaz, hiperaktif, içine kapanık, garip diye damgalanan bu çocuklar yetiştirilip topluma bilim adamı olarak kazandırılacaklarmış. " Günaydın ! Hayırlısı olsun " diyorum. Aslında ne gerek vardı böyle meşakkatli şeylere biz bilgiyi ve teknolojiyi dışarıdan ithal ederek de mutluyduk. Üstün zekalımız ve normalimiz yıllarca ABC tipi ezberevlerinde (pardon okullarda) " ek bakalım Alican fasülyeleri pamuğa ... hımm çimlendi mi ? oh oh ne güzel. bunlar fotosentez de yapar şimdi bak Allahın işine " şeklinde hayli bilimsel öğreti metotlarıyla, çeşitli sınavlarda kullanılmak üzere " ezberle formülleri-savaş tarihlerini, ekle şöyle üç beş sıra dağ oldu bitti " ile geçen eğitim dönemleri sonunda, ailenin isteği ile öğretmen olmak istemeyen öğretmenler, saygınlığını ve getirisi  düşünülerek doktorluk mesleğini seçenler, bilgisini kullanabileceği yeterli ortamlar olmadı halde açıkta kalmamak adına mühendis olan mühendisler yetişti. Ben elinde çantasıyla ilaç mümessilliği yapan çok maden mühendisi bilirim. Hoş kim gerçekte uzmanlaştığı alanda çalışıyor. O da ayrı bir ironidir.

Üstün yeteneklilerin durumu üstün zekalıların durumundan daha zordur. Zeka seviyesi yüksek olan çocuklar test sistemlerini iyi öğrenip, kafayı sıyıracak kadar çalışıp iyi bir üniversitenin iyi bir bölümüne kapağı atabilirler.Fakat içinde sanatın herhangi bir dalına yeteneği olan çocuğun vay haline ... Okullarda blok flütle keşfedilmeyi beklerken  " Anne ben Güzel Sanatlara mı gitsem acaba" dediğinde ." Ressam, müzisyen ol da aç kal " cevabıyla karşılaşıp başarılı birer sanatçı adayıyken masa başı görevlerde dirsek çürütmüştür. Oysa bir konuda uzmanlaşıp dalında en iyisi olduğun sürece başarı da mutlaka gelecektir. Ama atalarımız ne demiş " Sürüden ayrılanı kurt kapar ". O yüzden " İcat ! çıkarma "

Devlet desteği ile ülkedeki yetenekli ve zeki çocuklara ulaşabilmek düşüncesi çok güzel. Tabi esas iş onları seçmek değil. Seçtikten sonra onların nasıl değerlendirileceği, nasıl eğitim verileceği, nasıl yönlendirileceği. Rusya'da, Amerika'da ve Çin'de bu çocuklar için yıllardır ciddi bütçeler ayrılıyor. Dünyada dahi yetiştirme merkezi olarak bilinen Çin'de hükümet bilim olimpiyatları sayesinde ülkenin en ücra köşelerinde üstün zekalı, dahi ve üstün yetenekli çocukları aramaya koyulmuş. Rusya 'da ve Amerika'da bu işler uzun zaman önce başlamış. Sibirya'daki Novossibirsk kentinde bulunan dahi okulundaki öğrenciler okulu ve akademisyenleri zorluyorlarmış. Sebebi ise bu çocukların bir değil birden fazla alanda üstün yeteneğe sahip olmalarıymış. Okul çocuğun matematik mi , astrofizik mi yoksa edebiyat alanında mı uzmanlaşması gerektiğine karar veremiyormuş ( derdin güzelliğine bak ) Okulun öğrencilerinden 9 yaşındaki Sergey Skut boş zamanlarında müthiş cinayet romanları yazıyor hatta bu romanlar ülkenin en çok satanlar listesindeymiş.Ne diyeyim müthiş doğrusu ... Ve gazete yazıyı şöyle bitirmiş; dahi okulları içinde en ünlüsü New York'taki " Dalton Okulu " . Amerika'nın zengin ailelerinin süper ve dahi çocukları bu özel okulda okuyor. Küçük dahiler, kendi kapasitelerini kendileri keşfediyor ve çeşitli bilimler bilimler arasında bağlantılar kurmayı öğreniyorlar. Ezber kesinlikle yok


Bizler üstün yeteneklimiz, orta zekalımız, dahimiz, sıradanımız bir dönemi fasulye çimleyerek , savaşların tarihlerini ezberleyerek ve nihayeti isteklerine bakılmaksızın ebeveynlerimizin yönlendirmesiyle bir yere gelmeye çalışmış aslında kaybolmuş çocuklarız. Yetişkin olduk hala kayıplarımızı arıyor, sorguluyoruz. Tabi sorgulamayanlarımızda var. Büyük saadet . Onlara Descartes'ın şüpheci yaklaşımı ve her şeyi kendini bile sorgulayarak 1600 'lü yıllarda ulaştığı " Düşünüyorum. Öyleyse varım " sözünü hatırlatmak için bile geç olduğunu düşünerek " geniş algılarına sağlık " diyorum.



nİOBE

Mayıs 21, 2012

Refik Durbaş


Her sabah böyle ağlar mı Üsküdar
yoksul karanlığında kuşların 
aşkın ve umudun bir de acının
rüzgârlarıyla uçarken bulutlar

Herkesten çok kendime yabancı
yaşadığımdan bir hayli yanlışsam
kim süzer gözlerimden ışığı
ölümü yüreğimde avlamışsam

Çalınsa da inancın alınteri
sessizlikle boğulsa da sesim
şafaklar yazacaktır kimliğini
ufkumu kuşatan denizlerin

Sabah olsun, giderim sen kalırsın
kalır seninle, binlerce kuş cesedi
içimde sönmeyen o diri yangın
ve sessizliği özetlemek hüneri

Aydınlığından damlarken umutlar
zulmün ve kederin bir de acının
hâlâ barınağıysa yalnızlığın
artık her sabah ağlasın Üsküdar

Refik Durbaş 

la vie en rose



    :)

Mayıs 20, 2012

cafe ...











Ece Temelkuran







Pazar Hayali  ...

Hava bir tuhaf. Hayal kurmaya yönelik bir tutum var havada. Kaçmaya müsait bir bulutluluk.

Bir balkon olsa şimdi. Kimsenin seni tanımadığı bir şehirde. Kahvenin içine konyak kendiliğinden düşse, kocaman bir hırkanın içinde olsan şimdi sen. Bir şeyi terk etmiş olsan. Mesela bir şehri. Mesela kendini, yüzünü filan mesela. Sadece otelin kat görevlisi bilse ismini, sadece tesadüfen. İsminin yanlış telaffuz edildiği bir şehir olsa bu, sen de artık başka bir isme sahip olsan.

Biri gelse...
Üstünde kocaman kocaman giysiler olsa, kocaman bir kazak, kocaman bir pantolon, kocaman çoraplar, iç organlarına kadar ısınmış olsan. İçeride televizyonun sesi açık olsa ve çok güzel müzikler vardır ya, hani günün üzerinde bir buğu yaratan, hayatı photoshop’layan müzikler, onlardan biri çalsa. Bir kitap okuyor olsan. Şöyle kocaman bir şey. Çalışıyor olsan hatta, altını çize çize. Bir şey öğreniyor olsan kitaptan. Koltuk tam sana göre olsa oturduğun, sehpa öyle. Sen tam kendine göre olsan. Bir papatya kadar dengeli.
Tam sen kitabı bitirdiğinde, gözlerin ağrıdığında biraz, kapı çalsa. Uzun zamandır görmediğin, artık aramaya da utandığın biri, seni hiç utandırmadan kapıda dursa. Çok eski bir dost olsa bu. O kadar eski olsa ki arada geçen zamanda ne olup bittiğini konuşmadan sohbet edebilsen. Gülsen gülsen...

Konuşmasan...

Akşam olsa birazcık. Madrid’de mesela jambon dükkânlarından birinde, ayakta şarapla biraz jambon yesen. Tek derdin damağını kesen ekmek kabuğu olsa. İnsanlara baksan, diyelim ki Buenos Aires’te o eski kahvelerden birinde, yüksek tavanlı olarak. Petersburg’da olsan mesela, oteline sarı saçlı bir kız o at arabalarından biriyle götürse seni, beyaz gece uzasa. Uzasa uzasa ve kimse seni merak etmese. Şam’da Hıristiyan Mahallesi’nin ara sokaklarında kaybolsan yürüye yürüye. Hiç konuşmasan kimseyle. Kimse de seninle konuşmaya çalışmasa.
Beyrut’ta akşam olsa, Deny’s barda sana kimse bir şey sormasa. Yüzünden anlasalar ne içeceğini. Gece bastırsa Paris’te, bir çatı katında bir yatağa kıvrılsan. Çinko su borularından güvercinlerin ayak sesleri duyulsa. Camda yağmur izlerini uzatsa, kısa kısa.

Görünmesen...

Çok güzel bir rüya görsen, huzurlu bir şey. Kalabalık olmayan bir rüya. Uyansan uyku bittiği zaman uyansan ama. Denize karşı kahvaltı etsen. Yine konuşmasan kimseyle. Kimse de sana bir soru sormasa.
Böyle kaç gün geçse... Böyle kaç gün geçse insan yeniden konuşmayı ister? Görünmeyi? Nefesinin sesini duyana kadar beklesen. Yatağa başını koyduğunda, yan dönüp kulağın yastığa dayandığında kalp sesini duyarsın ya kendinin. Öyle kaç gece geçse yeniden kalkıp kalabalıklara karışmak ister insan? Sorulara cevap vermeyi?
Kocaman giysilerin olsa üzerinde, iç organlarına kadar ısınmış olsan. Ellerinin kazak kollarının içinde...


Ece Temelkuran 

Mayıs 18, 2012

yeditepe İstanbul




kırlardan geliyorlar ellerinde sümbülteber
elbette kırlardan kırlardan gelecekler
başka türlü nasıl güzelleşir bu akşamüstleri
söyleyin nasıl dayanılır dükkânlara depolara
bu katran kokusu başka türlü nasıl geçer

sonsuza varmadan bir önceyiz sanki
-o sayının da bir adı vardı unuttum-
her şey öyle saydam öyle madensel
kapıların kilitleri açık ve herkes uykusuz
hepsinin elinde bir saat bir sümbülteber

sümbülteber




halil cibran




dostum, 
sen ve ben 
hayata hep yaban kalacağız
birimiz diğerine 
ve her birimiz kendisine 
senin konuşacağın 
ve benim seni dinleyeceğim güne değin
sesini sesim sanarak


Halil Cibran 




sarı ve zamansız balad



sen yolun aydınlık tarafından
gideceksin
ben gölge

sen Van Morrison dinleyeceksin
ben Peter Paul & Mary

sen Madrid'e gitmek isteyeceksin
ben Barselon

sen ağaçları budayacaksın
ben çayı

sen yağmur yağınca içeri
gireceksin
ben kapıları

sen yelpaze gibi açılan yaprakları
seveceksin
ben kirazları

sen köpekleri şımartacaksın
ben kedileri

( ben bir jet uçağında gideceğim
ne zaman döneceğimi bilmeyeceğim )

sen Ferrari'li beyefendi olacaksın
ben karanlık bir münzevi
ta ki iyileşene kadar
ta ki iyileşene kadar


Lale Müldür

Mayıs 17, 2012

Sergei Trofanov

Gülten Akın





Yollarda akşam dönüşü yorgun argın
Siz yoksunuz şiir yazan ellerim yok
Yarımla dışa dönmüşüm yarım susken
Çizginin üstindekiler yüz yüze
Koca bir gün ne yapmışım nasıl yaşamışım
Haberim yok


Akşamüstleri / Gülten Akın

Aslı Erdoğan




Yitirilmiş bir ormanın suskunluğunda dolanacaktım ömür boyu, var olabileceğim tek yerin sınırlarında. Defalarca kendimi aramaya gidecek, bulduğumda ardımsıra bırakmak zorunda kalacaktım, geriye dönebilmek için.



Aslı Erdoğan 

Nida / Taylar ve Yolcular







Çünkü biliyorum; sabrın mesafesine sızıyor susku; beklenen fırtına, beklenen bora ve ne gelmezse akla. Deniyor bir taşın sabrını, çocuğun uslu sevincini de. Sinsi tarih aklıevvel felfese, şımarık geometri canına okuyor şiirin yalnızca aşk onarıyor onu. Onarıyor ve coğrafyanın her yanı yara bere içinde. Yazının ruhu mu olurmuş diyor mahkeme katibi, bu yüzden eskiyor hayat, merhamet yetim kalıyor. Bir tek susku kalıyor, dillerde ölüyor birer birer. Ölen her dil yalnızlığı oluyor bu dünyanın.


Ahmet Telli 





Mayıs 11, 2012

Göksel Baktagir

imrenmek




bir misafirliğe gitsem
bana temiz bir yatak yapsalar
herşeyi, adımı bile unutup
uyusam...

kalktığımda yatağım hala lavanta koksa
kekikli zeytinli bi kahvaltı hazırlasalar
nerde olduğumu hatırlamasam
hatta adımı bile unutsam...

Melih Cevdet Anday 


Martı



 Martı ;
                                                        
Durgun denizin minik dalgacıkları üzerinde, güneşin altın gibi ışıldadığı pırıl pırıl bir sabahtı. Sahilden bir mil uzaklıkta, denizi kucaklarcasına ilerleyen bir balıkçı teknesi martılara kahvaltı zamanının geldiğini haber veriyordu. Binlerce martı bir lokma yiyecek için mücadeleye girişmişti bile. İşte zor bir gün başlıyordu. Sahilin ve teknenin çok ötesinde bir martı Jonathan Livingston tek başına uçuş çalışmaları yapıyordu. Yüz fit yükseldiğinde perdeli ayaklarını indiriyor, gagasını kaldırıyor ve ona acı veren kavisi oluşturabilmek için kanatlarını iyice geriyordu. Eğer bu kavisi oluşturabilirse daha yavaş uçabilecekti.Şimdi rüzgar hafifçe yüzünü yalıyordu. Hemen altındaki deniz neredeyse hareketini yitirmişti ve o sanki havada asılı kalmış gibi yavaşlamıştı. Bütün dikkatini toplayarak gözlerini kıstı, nefesini tuttu ve zorladı. Derken bütün tüyleri birbirine karıştı, hızı kesildi ve düştü. Bildiğiniz gibi martılar uçarken sendelemezler, kesinlikle hızları kesilip düşmezler. Gökyüzünde uçarken hızlarının kesilmesi onlar için bir ayıp bir utanç kaynağıdır.

Fakat hiç utanmadı bundan, çünkü martı Jonathan Livingston sıradışı bir kuştu.

Çoğu martı sırf yiyecek bulmak ve sahilden ayrılıp tekrar geri dönebilmek için uçar. Bunun dışında bir şey öğrenmek için uğraşmazlar. Onlar için uçmanın tek anlamı karınlarını doyurabilmektir. Oysa Martı Jonathan Livingston için önemli olan yemek değil uçmaktı, uçmayı büyük bir tutkuyla seviyordu.

                                                         

Mavi Tüy



Donald Shimoda'yı tanıdığımda yaz mevsiminin ortalarına doğruydu. Dört yıllık uçuş yaşamım süresince benimle aynı işi yapan bir başka pilota daha rastlamamıştım : rüzgarın peşi sıra kasabadan kasabaya uçup, havadaki her on dakika için üç dolar karşılığında çift kanatlı eski bir uçakla gezi uçuşları düzenlemek.

Bir gün Ferris, Illinois'in hemen kuzeyinde, Fleet'imin kokpitinden aşağıya baktığımda limon zümrüdü otların üzerinde olabildiğince uyumlu bir biçimde duran altın sarısı ve beyaz renklerle bezenmiş eski bir Travel Air 4000 gördüm. Lövye ile dümeni doğrultarak uçağı düzelttim ve arazinin üzerinde küçük bir tur attıktan sonra tekerlek lastikleri otları yaladı ve sert toprağa tekerleklerin çarpmasıyla hız keserek öteki uçağın yanına durdum. Travel Air'in pilotu sırtını uçağın sol tekerleğine dayamış, otların üzerinde oturuyor ve beni izliyordu. Yarım dakika ben de onu seyrettim, dinginliğinin gizemine bakarak. Benim bulunduğum tarlaya bir uçak inse ve dokuz metre ötemde dursa ben orada öyle sakin oturamazdım. Nedenini anlamakla birlikte, ondan hoşlanmıştım; başımı salladım.

- "Yalnız görünüyordun " dedim, aramızdaki uzaklıktan seslenerek.

- " Sen de öyle " 

- " Seni rahatsız etmek istemem. Eğer fazlalık ediyorsam giderim " 

- " Hayır. Seni bekliyordum " 

Buna gülümsedim. " Özür dilerim, geciktim " 

.......................

" Travel Air'in koltuğunun baş dayanma yerinin arkasındaki bagaj boşluğunu bir süre altüst ettikten sonra süete benzer bir kaplaması olan küçük bir ciltle döndü.


Mesih'in El Kitabı, siyah harflerle yazılmıştı. Gelişmiş Ruhlar için Uyarılar


-  " Kurtarıcının Kılavuzu da ne demek ? Burada Mesih 'in El Kitabı yazıyor. "

-  " Onun gibi bir şey."  Uçağın çevresindeki eşyalarını toplamaya başladı. Herhalde gitme zamanının geldiğini düşünmüştü. Kitabın sayfalarını karıştırdım. Özlü sözlerle kısa paragraflardan oluşuyordu.

Bakış Açısı -
Kullan ya da Yitir.
Eğer bu sayfaya geldiysen,
çevrende olup bitenlerin gerçek 
olmadığını unutuyorsun.
                         Bunun üzerine düşün.

Kitabı karıştırmayı sürdürdüm. İçindeki bilgiler pekala bir ustanın gerek duyacağı nitelikteydi.

En 
basit sorular
en  derin olanlardır. 


Nerede doğmuştun ? Yuvan neresi ? 
                Nereye gidiyorsun ? 
                                Ne yapıyorsun ? 


Arada sırada bunları
düşün ve verdiğin yanıtların 
nasıl değiştiğini gör.




            En
           çok öğrenmen
          gerekeni en iyi
          öğretirsin.        
                                              Dostların daha
                                              ilk tanıştığınız dakikada
                                             seni çok iyi anlarlar ;
                                                 diğer tanıştığın kimselerin
                                                                seni anlamaları bin yılı alır. 



- " Kitapla ilgili garip bir şey fark ettim. Sayfaların numaraları yok, Don "

- " Hayır " dedi. " Rastgele açarsın ve en gerek duyduğun şey oradadır. "

- " Bir sihir kitabı ! "

- " Hayır. Bunu her kitapla yapabilirsin. Eğer yeterince dikkatli okursan eski bir gazeteyle bile yapabilirsin. Daha önce hiç denemedin mi ? Aklına bir sorun getir ve elinin altındaki kitabı açıp sana ne anlattığına bak "

- " Hayır "

- " Eh, ara sıra dene. "

kral baykuş





günde on kez alt-etmelisin kendini: bu iyi bir yorgunluk verir ve canın afyonudur.
on kez yine barışmalısın kendinle:  çünkü alt-etme acıdır ve kötü uyur barışmayan
on gerçek bulmalısın günde, yoksa gece de ararsın gerçeği ve canın aç kalır.
on kez gülmelisin günde ve sevinmelisin: yoksa miden, o dert babası, gece seni tedirgin eder

F.Neitzsche 


edip cansever




Sedef kakmalı bir tramvay geçiyor yakınımızdan
İnce bir org sesini sürükleyerek
Benekli bir örtü çekiyor üstüne dünya
Hepimiz kayboluyoruz

Edip Cansever

Mayıs 09, 2012

lascia la spina

Enis Batur








Aşkın en sağlam sigortası mesafedir.


Enis Batur

cemal süreya




binmeyi öğrendin mi huysuz bir ata
şehir değiştirmeyi öğrendin mi nedensiz
yıldızlar düşüyordu çoktan bir ölü
kefensiz pencerende hangisi bilmediğim
dolaşıyordum sokak sokak
izlerini aradığım bir mahallenin
çoktan gittiğin bir meriç akıyordu yanımdan
ıslak mimozalarında bahçelerinin
ben sana her şehirde biraz geç kaldım
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
gölge ne severse kendini var edeni
kaçar ve korkarsa ışıktan
gene bir pus hatta belki gene sis
oysa düşünmez kimse siluetini
bir dere malikanesinde korkusuz
ellerini düşürdüğün pencereyi de buldum
siliyordun izlerini bütün kapılardan
kalıyordu bırakmayı önleyemediğin kokun

bana uzaktı her şey sana o kadar yakın
keşke yalnız bunun için sevseydim seni


Cemal Süreya 

Mayıs 08, 2012

aybala






Birhan Keskin









penguen,
kim bağışlayacak beni ?

Birhan Keskin



Ingebor Backman



En iyisi yorgun olmaktır akşamları,
Düşüp kalmaktır yorgunluktan.
En iyisi, sabahları ilk ışıkla aydınlanmak,
Kımıldamaz göğe karşı dimdik durmaktır,
Tınmamaktır geçilmez suyu,
Gemiyi dalgaların üstüne kaldırmaktır,
Hep çıkagelen o yaz kıyısına doğru.


Ingebor Backman

Mayıs 07, 2012

paradise

Birhan Keskin


ırmak bitti
devrildi dağ
büyüdüm.

Birhan Keskin 

iç kitabı



.... saydam benim gövdem. görünebilsin diye, bir tek kötülüğün olmadığı içimde. izlenebilsin diye organlarımın şen kıpırdanışı. çünkü işte, evrenin heyecanına her kapılmış gibi, bekleyemedim derimin kalınlaşıp gizlemesini beni. evrenin heyecanına her kapılmış gibi, beni de sakınmayacak dünya. savurup, parçalayıp, eskitip, yıpratıp haddimi bildirecek ve sürmek için gereken o kini sokmak isteyecek içime. bu yüzden kısa yaşar kelebekler. hayatın bu kuralına uyamadıkları için kovulurlar zamandan. saydam gövdeler saklamaz çünkü karışık ve " aklı başında" planları. evrenin heyecanına her kapılmış olan gibi.


kibirli sanacaktır kimileri beni. bir gösteriş sanacaklardır bütün renklerimle etrafta uçuşmamı. oysa nefes nefeseyim ben. bir an önce renklerden haberdar etmek niyetindeyim dağı taşı. kendi rengimin değil, gören gözlere renk dağıtmanın derdindeyim. ben, dünyaya biraz "kızıl ötesi" sezdirme niyetindeyim. bu yüzden duramıyorsam hiçbir yerde, dar geliyorsa hava bana, sakın bunu bir gösteri sanmayın. çünkü ben , kozamda " başka türlü bir dünyanın " rüyasını görmüş idim, koşuşturup onu sezdirmek fikrindeyim. uyuyan her bir şeyi diriltmek için hareket halinde, hareketin kendisindeyim.

evrenin bilgisini dinleyip kozamda uzun uzun, dışarı uğrayıverdim. ve tıpkı fısıldandığı gibi bana, herkes pusudaydı. hesaplar içinde, bütün hayvanlar sadece "sürmek" derdindeydi. ve alçaltıyordu her bir şeyi, böyle olup durmak. ben bunu söylemeye geldim ve beni de pusuda bekleyenler vardı. durultmak için evreni, benim ölümümü isteyenler vardı. çünkü kimse istemez, bütün varlıkların bir yanıyla da olsa kelebeğe kesmesini, böyle rengarenk olup, renk düzenini bozmasını. ve yine fısıldandı bana, "kelebek olmaktan başka seçenek yok sana." bu yüzden olabildiğimce çok olup, koşuşturabileceğim kadar çok koşuşturup.... erken ölmeli kelebekler. dünya tarihi bunu söyler.



Ece Temelkuran

kapı eşiği



Denizin kederini anlatacak dili yok,
dedim ve devrildim,
böyle sürdü uzun yıllarım
düştüm, sustum, içimden geçirdim,
evi oldum sol yanından yaralı bir salyangozun
ve komşusu ağlayan bir ağacın.
Yeryüzü, ah yeryüzü diyerek
gürültüsüne de alıştım
kapladığım yerin.

Bana verdiğin bu yarı-saydam gövdeden
sisin altında uğulduyan ve ipuçlarını bir türlü
çözemediğim üç-eksik-uzun vakti geçirdim.
Sadece bir baş dönmesi kaldı şimdi
ömrümden, o acı suyu biriktirdiğim.

Ağaç anlatabilir kendini yağmura,
hiç değilse fısıldayabilir-bunu biliyorum.
Kuş nasıl tarif edecek; konsa yeryüzünde av,
uçsa bir ömür boynunda vebal.
Ve kimim ben, düşe kalka dolaşan
yorgun ruh, dolaşık gönül, som gurur?
Ve kim, beni omzumdan öpüp o siyah
yolculuğa çağırır?


Birhan Keskin


Mayıs 04, 2012

gündüz yüzlü kız



sakin

g&g / Şükran Belen





biz iki iyi...
yarası kusurlu
ve her kitapta suçluyduk
kapanan yollardan
çalışmayan trenlerden
ve sesten...

Güzel Gizli - Şükran Belen

Ahmet Telli



Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa
Bir gün gelirsek hangi kent güzelleşmez / Ahmet Telli