Aralık 29, 2011

pas ...





Karakterinizi şekillendiren türlü sebepler vardır. Aile yaşamı, bireyler, zaman kavramı içinde başınızdan geçen olaylar, DNA’nız gibi. Çocukluğunuzdan ergenliğinize, yetişkinliğinize ve yaşlılığına giden süreçte zaman zaman değişse de tutumunuz kemikleşmiş olan özünüz değişmez. Öyle değiştim, değişirim, değişeceğim tavırları filan hikâyedir, kocaman bir yalandır. Daha siz bir ortama adımınızı atmadan halet-i ruhiyenizle birlikte buram buram gerçek kokunuz da etrafa yayılır. O yüzden derler ya birileri ile karşılaştığınız ilk dakikalar çok önemlidir diye. Çünkü algılayan alt benliğinizdir ve sinyali doğru alır. Sonrası gördüğünüz işittiğiniz pastanın süsüdür ancak pastanın tabanı değişmez.

Neyse efendim sizin çevreye yaydığınız ilk sinyalden sonraki konuşmalarınız, kendinizi anlatmalarınız örneklemeleriniz nafile çabalardır." Ben aslında şöyle " " Ben aslında severim " " Gerçek olan şu ki " ... gibi cümleleriniz boşa israftır, kafa karıştırmadır. Üstünüze yapışan kimliğinizi dokuz takla da atsanız insanların gözünde kıramazsanız. Bittiğiniz andır. En kolay şey ise beğenmediğiniz özelliklerinizi genetik suçlu sayılan ana babanızın üstüne atmaktır.

Benim karakterimdeki kurşun ağırlık tamamen kendi suçumdu. Hemen buradan itiraf edeyim. Böyle “ Dağları deldim tek başıma” kıvamını hep kendim istedim. " Kadın dediğin zeki ve güçlü olmalı " dedim. Erkek kadar güçlü olmalı, abartıp hatta erkekten de güçlü olmalı.
Neden? Kuvvetli ihtimal içgüdüsel olarak kendini koruma isteğidir. Ve o günkü algıma dayanarak hayatım boyuncada kremşanti kadınlardan hiç hoşlanmadım. Misal herkesin göz bebeği, sevgilisi, tapılası kadın  Türkan Şoray’ın bir dönem bolca yarattığı kremşanti kadınları yüzünden ben hala o dönem filmlerini çok severek izleyemem. Hayır yani, nerede ağlayacak, nerede içkisine ilaç atılacak, ne zaman tokat yiyecek, ne zaman hamile ve bir başına kalacak belli olmadığı için sonu mutlu da bitse iki saati çile içinde geçen filmi neyleyim.

Bizim dönemlerimizde çevrenin ve genelde  ailelerin geçer akçe sloganı "  Dikkat ! Her an öcü çıkabilir " idi. Bilinç altına işleyen bu travmayla benim idolüm o zamanların kadın amazonu Zeyna olmuştur. Gerçekten. Hani elimde bir kılıç olsa dünyayı filan kurtarmaya kalkabilirdim o derece. Savaşçı kadın karakterini üstüne alan ben,  ilk ergenlik dönemlerinde ve devamında hatasız yaşamayı kendime borç bilmişimdir. Bu ağırlık ve bu sorumluluk duygusuyla da dünyayı kurtarmak yerine altında kalmışlığım çoktur.

Bir neslin mahvına sebep olduğu için de gerçek suçlu olan Türk sinemasının bunun hesabını bilahare vermesini istiyorum. 

Efendim krem şanti kıvamında kalıp hatta bu kıvam kromozomlarına işlemiş evrimleşip çağa uymuş yeni nesil kadınlar pembeden pembe, çiçekten çiçek, buluttan bulutturlar. Siz bir Zeyna edasıyla kendi kanatlarınızla uçmaya çalışırken, onların yarattıkları Zümrüdüankalar onları taşır. Siz bir zorlukla karşılaştığınızda çözmeye çalışır kafayı yersiniz. Onların yerine sorunları başkaları çözer. Hatta sorun olabilecek,  yollarına çıkan taşları onlardan önce birileri gelir bi zahmet temizler, temizletirler. Siz kendinizin haricinde eş, dost, akraba, arkadaş, konu komşu sorumluluğunu valiz valiz üstünüzde taşırken onlar sadece kendi kimliklerini gezdirirler. Fiks menü gibidirler masaya gelen. Altın cümleleri “ Ama ben yapamam kii” “ Bilmem kiii “ “ Ben üzülüyorum ama, bu beni çok kırıyor” “ Çok utangacım” … Devamlı bir mağduriyet içinde gezerler. Zannedersiniz ki etrafta sürekli bir Bollywood filmi dönüyor. Çok renkli ama çok ağlamaklı. Sızım sızım. Cıngıl cıngıl. Ne zaman güldün, ne zaman ağladın, ne zaman çiçek bulut oldun ? Üstelik ne çiçeği,  ne bulutu ya !

Ama şu yaşımda kafama dank etti ! ki aslında doğru tutum buymuş. Hata bizdeymiş. Hayranım,  gerçekten hayranım onlara. 

Bir eda bir nazla hallettirdikleri  meseleleri Zeyna kılıklılar " Ben yaparım, ben hallederim, bana bir şey olmaz"  diyerek ortaya atıldıkları için ömürlerini çürüttükleri gibi artık üstlerine yapışan kimlikten dolayı bir level'ı aşıp diğer level'a savrulur dururlar.Genelde olgun davranış sergiledikleri için anlayış hep onlardan beklenir. Onlara anlayış gösterilmez. Mazeret kabul edilmez. “ Aaa İşte bak bu kalbim, Ahh! Bak bu da ciğerim. İşte gösterdim ”  demedikleri için onları karbon fiber zannederler. Silikon gibi… Ez buruştur geri düzelir nasıl olsa. 

Kardeşim bak benim de etim var, bak kestim kanıyor …Yok hayır, sen çıkarıp göstermedin ! Seninkini buraya yok yazıyorum. 

Bu duruma fena canımın sıkıldığı bir dönem yazdığım bir yazı vardı. Yazıda “  Evet! Herkes mağdur bir ben katil “ demiştim. Yazı böyle böyle devam eden bir yazı “ Herkes alim bir ben zalim, Herkes bol keseden bir ben pinti “  …

Ama bir nokta koymak istiyorum bu duruma. Artık ben de yapamıyoruuum,  bilemiyoooorum, çözemiyooorum " pas ! " demek istiyorum. 

Yemiyor, yok diyor dünya. Sana bir şey olmaz. Evet, bize bir şey olmaz. Bizim gibilere bir şey olduğunu görecek kadar uzun gerçekleşmez zaten o durum. Böyle birden olur. Çok sevdiğim bir arkadaşımın bir sözü vardır “ Bazı kadınlar yaşlanmaz, bazı kadınların cesetleri bile olmaz” der. Bizler illüzyon ustasıyızdır. Kaybetmekte üstümüze yoktur. Bir gün bir bakmışsınız “ puff ! ” yok oluvermişiz… 

Aralık 26, 2011

Aeorosmith - Dream On




şükrü erbaş




Ben bir iyiliğim, diyorum
yitiklik duygusundan doğan.
Çoğalmak istedikçe azalmaktan alırım
güzelliğimi.
Seçilmiş bir yalnızlığın içinden
seslenirim mahcup ve özgür;
sevdiği herkesi bir kedere
dönüştüren kalbimle.
-Karlı bir boşluğa inen gece
çocuk kalır odamın yanında.-
Kalabalığı kanıt gösteririm
kalabalığın kendine:
Hiçbir yakınlık hiçbir hayale
su taşımaz
buğday olmaz
un vermez…

Kendini sevmeni süsleme
diyor, kitaba bakan dostum;
bencil bir acısın sen


Aralık 25, 2011

The Honey Trees / Find home



Yeni keşfettiğim bir grup, haklarında pek bir bilgi bulamadım ama müzikleri bana huzur veriyor.Tıpkı isimleri gibi ...

küçük ayrıntılar

Hayat küçük ayrıntılardan oluşuyor. Küçük ayrıntılarla güzelleşiyor, fark yaratıyor. Genele bakarken küçük ayrıntıları es geçmeyenlere ...                                 

    kol düğmeleri 

                                      
                                         ipek mendil 

















mektup açacağı 

     kuş kafesleri




eski anahtarlar


Porselen fincan, kremalı kekler

düş kavanozu ... renkli düşlerimiz

örgü yastıklar

Aralık 23, 2011

Joshua James / Green Grass



kalanlar









Şimdi okunmuş kitapları yeniden okuyorum. Şimdi bildik müzikleri yeniden dinliyorum. Yenmiş yemekleri yeniden yiyorum. Sevip yitirdiklerimi yeniden seviyorum. Şimdi uykusuzluğumu yeniden uyuyorum. Şimdi açlığımda yeniden acıkıyorum. Şimdi gittiğim kentlere yeniden gidiyorum. Şimdi havada uçuyor, raylarda, su yüzeylerinde, yaşama ve ölüme karşı duyduğum aynı umursamazlıkla dolaşıyorum. Tartışmaları biliyorum. Duyguları. Korkuları. Sözcükleri. Her dili anlıyorum. Anlıyor ama kavrayamıyorum. 




Tezer Özlü – Kalanlar

Tolstoy






Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden bir yazar, sabaha karşı dans eder gibi hareketler yapan birini görür. Biraz yaklaşınca bir gencin, sahile vuran deniz yıldızlarını birer birer alıp okyanusa fırlattığını fark eder. Genç adama yaklaşır ve sorar;
-Neden bu deniz yıldızlarını okyanusa atıyorsun?
Genç adam şöyle cevap verir:
-Birazdan güneş yükselip sular çekilecek. Onları suya atmazsam Ölecekler.
Bunun üzerine yazar:
-Kilometrelerce sahil, binlerce deniz yıldızı var. Bunların hepsini nasıl kurtaracaksın? Ne fark eder ki der…
Genç adam eğilip yerden bir denizyıldızı daha alır, okyanusa fırlatır.
-Onun için fark etti ama...

Tolstoy

Tarkovsky








    ''Bir kez olsun aynı şeyleri hissetmeyi başarabilen iki insan birbirini hep anlayacaktır...''

Aralık 22, 2011

Zuhal Olcay










umay umay





Bir gün sadece seni öpmeyi unuttuğum için geri döneceğim, sana devrim için söylenmiş en güzel şarkıları söylemek için ... 

Şaşırıp yine acımasız ve çocuk olacaksın


Umay Umay

Aralık 21, 2011

Aerosmith - I don' t wanna miss a thing







nature morte'a karşı








sadece bilmek istediğim:
anlat bana
her şeyi
olduğu gibi
başlangıcından beri

margaret atwood 

ile ...





Başlangıçta insanın üç cinsiyeti vardı; bugünkü gibi iki, erkek ve kadın değil, bunların birleşmesinden oluşmuş bir üçüncü cins vardı; bunun adı da hâlâ var, ama bir yergi sözü olarak kullanılıyor, artık. Hermaphrodite adında ve biçimindeydi bu üçüncü cins insan, erkek ile kadından oluşan.
Bunların her birinin dört eli, dört ayağı vardı, yuvarlak bir boyun üzerinde, ortak bir kafada, iki yüzü, dört kulağı vardı, bütün öteki ögeleri de ikişer tane; edep yerleri de bir çiftti.
Bunlar hızlı gitmek istediklerinde, sekiz üyeleri üzerinde yuvarlanarak giderlerdi. Güçleri kuvvetleri çok yüksekti, yüksek de düşünceleri vardı; böylelikle, göklere bir yol açmayı, tanrılara saldırmayı kurarlardı.
Zeus ile öteki tanrılar görüşüp tartıştılar, bunlara ne yapacaklarını. Bunların, öyle yıldırım gönderip, bütün cinslerini yoketmek, yapılacak iş değildi, çünkü o zaman bu insanlardan gelen saygıdan ve kurbanlardan da olacaklardı; ama bunların böyle sınırlarını aşıp taşkınlıklarını sürdürmelerine de izin veremezlerdi.
Sonunda düşüne düşüne Zeus bir çare buldu ve dedi:
Sanıyorum bir yol buldum, insanların gene de varolabilecekleri, ama aşırılıklarından vazgeçebilecekleri; çünkü daha zayıf olacaklar. Şimdi, bunların her birini iki yarıya böleceğim, o zaman daha zayıf olacaklar ama gene de bize yararlı olacaklar; çünkü çoğalmış olacaklar. Artık iki ayaklarının üstünde yürüyecekler. Ama, daha hâlâ sınırlarını aşıp taşkınlık yaptıklarını görürsem, onları bir kez daha ikiye bölerim; o zaman da tek ayakları üstünde zıplayarak yürümek zorunda kalırlar.
Bunu söyledikten sonra insanları ikiye böldü, bir meyve böler gibi. Her birini bölünce de, Apollon’a buyurdu ki, yüzü ve bölünmüş boynu tersine çevirsin, ki insan kendi bölünmüşlüğünü görebilsin de, daha erdemli olsun.
İşte, doğal biçimleri ikiye bölünmüş olduğundan, her bir yarı öteki yarısını özler ve biraraya gelebilirlerse, biribirlerine sarılırlar ve yeniden birleşmeye çalışırlar.
Böylelikle insanlar arasına sevgi [Eros] gelmiştir; bu da, ikiden bir yapma çabası, ve insanın başlangıçtaki yapısını yeniden kurma isteğidir. Her birimiz bir insanın bir parçasıyız, çünkü, birken ikiye bölünmüş ve iki olmuşuz. Bu yüzden, her bir yarı, öteki yarısını arar. 







Oruç Aruoba



Aralık 20, 2011

secret garden










kütüphane deyip geçme !

Yaşadığımız yerlerle ilgili hayallerimiz olur ya, yada yaşamak istediğimiz ... İşte ben o hayalleri hiç bütünleyememişimdir. Parçalar üzerinedir. Oda oda, kısım kısım hatta. Balkonları severim eski beyaz ferforjeli. Ağaçları, kuşları gören perspektifi geniş olan. Cumbalı evleri severim " eli böğründe" si ahşap. Sonra bahçeler,  dostlar için beyaz örtülü uzun masalar kurabileceğiniz duvarında yasemin ve sarmaşıklar büyüyen ...

Parçaları daha da küçülttüğümüzde hayranlık oranı bana ters yansır. Mesela çiçekli bir berjere aşık olabilirim. Masif bir çalışma masasının ayaklarına, sedef bir tarağa, bir çay fincanının porselen kıvrımlarına, vitray bir pencere camına yada kütüphaneye sızan loş gün ışığına  takılıp büyülenebilirim. Ne yazık ki bu hissi yaratacak eşyalar ender ve genellikle antika düzeyinde olduğu için onların bazılarına sahip olmak için ciddi birikimler gerektirir.Yaşadığımız evler ise belli bir düzen için yapılmış olup standardı yakalar. Öyle geniş ve özel çalışma odaları, tavandan yere uzanan pencereler, ceviz kaplama kütüphaneler pek bulunmaz. Var olanla idare edersiniz. Elinizden geldiğince elinizdekini kafanızdaki asla uydurmaya çalışırsınız. Artık ne kadar uyarsa ...

Geçenlerde bir sitede bir yazıya rastladım. Yazıda,  Leah Price'ın hazırladığı kitaptan bahsediyordu. " Unpacking My Library : Writers and Their Books ( Kitaplarımı çıkartmak : Yazarlar ve Kitapları ). Ünlü yazarların kütüphanelerine ve kitaplarına yer verilmiş. İşte onlardan bazıları ;


William Faulkner 

Eudora Welty 



 Agatha Christie 


Geoff Dyer 

 Norman Mailer


Charles Dickens 


Böyle zengin kaynaklara sahip güzel bir çalışma odası ve kütüphane için diğer hayallerimden bir süreliğine vazgeçebilirim. Düşünün yağmurlu bir havada yapılacak en güzel şey sıcak bir kahve eşliğinde kitap okumaktır. Kitaplara adayıp kendinizi, gözleriniz yorulunca inceden bir müzik eşliğinde akıp giden hayatı izlersiniz camdan. Cama vuran yağmurlar gibi akıp gider hayat ... Hayalleriniz ise içinizde hep sıcaktır hep taptaze. 


Niobe 

Aralık 19, 2011

düşteki ev / Agatha Christie











 '' Gurur, duygularını saklamana yarar. Onları hissetmene engel olamaz ''


                                                                                      

System Of A Down - Aerials







Halil Cibran





Tanrılar doğmadan çok önce bir gün, derin bir uykudan uyandım ve bütün maskelerimin çalındığını anladım.Yedi yaşamımda şekil verdiğim ve giydiğim yedi tane maske; kalabalık sokaklarda maskesiz koşup bağırmaya başladım,
''Hırsızlar, hırsızlar, lanet olası hırsızlar...
Erkekler ve kadınlar bana güldüler ve bazıları benden korkup evlerine kaçtılar... Ve pazar yerine ulaştığım zaman, bir evin üstünde dikilen genç bir adam bağırdı, ''Bu adam delinin biri.''
Onu görmek için yukarı baktım; ilk defa olarak güneş benim kendi çıplak yüzümü öptü ve ruhum sevgiyle kabardı güneş için, ve maskelerimi artık istemedim. Ve sanki kendimden geçmiş gibi bağırdım, ''Mübarektir, mübarektir hırsızlar, benim maskelerimi çalan.''
Ve deliliğimde hem özgürlük hem de güvenlik buldum; Yalnız olmaktan gelen özgürlük ve anlaşılmaktan gelen güvenlik, çünkü bizi anlayanlar içimizde bir şeyi tutsak alırlar... Fakat bırakın fazla gururlanmayayım güvenliğimle. Hapiste bir hırsızın bile korkusu yoktur başka bir hırsızdan...

Model -Pembe Mezarlık




Murathan Mungan - Üç Aynalı Kırk Oda












Bazı anlarda yüzün aldığı bir ifade, sevenin belleğinde sonsuzlaşır. İnsan o ifadeyi herşeyden çok daha fazla özler. O yüzün sahibiyle günün birinde darıldıktan, ayrıldıktan sonra bile, o ifadeyi özler!.. Bir andır o; ama bütün zamanlara siner. 



Aralık 18, 2011

The Dark Knight





" Onlar gibi konuşma. Çünkü değilsin! Olmak istesen bile. Onlara göre sen sadece bir kaçıksın. Benim gibi. Sana şimdi ihtiyaçları var. Ama ihtiyacı olmadıklarında, seni saf dışı edecekler. Dürüstlükler, senin kuralların... Bunlar kötü birer şaka. Belanın ilk ışığında pes ettin. Onlar dünyanın izin verdiğince iyiler. Sana göstereyim. Tüm kozlar bittiğinde, bu uygar insanlar, birbirlerini yerler. Gördün mü, ben bir canavar değilim. Ben o virajın çok ilerisindeyim. "  / Joker 


Uzun zaman önce, Burma'daydım.

Ben ve arkadaşlarım yerel hükümet için çalışıyorduk. Sadakatli kabile liderlerini, Kıymetli taşlarla rüşvet vererek, satın almaya çalışıyorlardı.
Ama karavanları, güney Yangoon'da bir haydut tarafından yağmalandı. Bizde taşları aramaya çıktık. Ama altı ay boyunca taşları sattığına dair hiç bir iz bulamadık. Bir gün, madalina kadar büyük bir taşla oynayan bir çocuk gördüm.

Haydut çaldığı taşlara etrafa saçıyormuş.

- O zaman onları neden çalmış?

Çünkü bunun iyi bir spor olduğunu düşünüyormuş. Çünkü bazı adamlar mantığa dair şeyler aramazlar, para gibi.

Onları satın alamazsınız, korkutamazsınız, yargılayamazsınız veya pazarlık yapamazsınız. Bazı adamlar sadece dünyanın kül olmasını seyretmeyi severler.





" Peşime düşecek. Beni lanetleyecek. Köpekler salacaksınız.  Bunların olmasıda gerekiyor.  Çünkü bazen gerçek yeterince iyi değildir. " 



The Dark Knight 

Aralık 16, 2011

Chopin - Nocturne







" kaktüs and teksas " ve sol cebimde yarım bir hece






odadaki ışığı,
tenimdeki tuzu kırdım
yastıklarda kuruyan gözyaşını,
ufku
terk ettim.
söz kirlendi,
kendi uzayımda kendime
garsonluk etmekteyim.




Birhan Keskin 

Slyvia Plath





“Özel olmanın ayrıcalığı diğer yüzünü döndü – herkes olmanın baskısı ve buna bağlı olarak hiç kimse olamama. Bir şeyin öldüğünü ve özgür olduğunu düşünürsün, sonra onu içine çöreklenmiş sana gülümserken bulursun.” 

Slyvia Plath

Aralık 13, 2011

Halil Cibran









Bir defasında avcumu sisle doldurdum.
Sonra açınca avcumu, bir de baktım ki sis bir kurt olmuş.
Sonra elimi tekrar kapatıp açtım ve bir kuş durduğunu gördüm avcumda.
Ve tekrar kapatıp açtım elimi ve içinde, kederli yüzünü yukarıya dönmüş bir adam duruyordu.
Ve tekrar kapattım avcumu ve tekrar açtım, artık sisten başka bir şey yoktu.

Halil Cibran

Aralık 09, 2011

Poets Of The Fall





İpekli Mendil





İpek fabrikasının geniş cephesi, ayla ışıldadı. Kapının önünden birkaç kişi, acele acele geçtiler. Ben, isteksiz, nereye gideceği meçhul adımlarla ilerlerken, kapta arkamdan seslendi:
-“Nereye?”
- “Şöyle bir gezineyim, dedim”.
- “Cambaza gitmiyor musun?”
Cevap vermediğimi görünce, ilâve etti:
- “Herkes gidiyor. Bursa'ya daha böylesi gelmemiş.”
- “Hiç niyetim yok” dedim.
Yalvardı, yalvardı, beni, fabrikayı beklemeye razı etti. Biraz oturdum, bir sigara içtim, bir türkü söyledim. Sonra canım sıkıldı. “Ne etsem” dedim. Kalktım, kapıcı odasındaki çivili bastonu aldım, fabrikaya dolaşmaya çıktım.

Kızların çalıştığı kozahaneyi geçer geçmez bir pıtırtı işittim. Cebimdeki elektrik fenerini yaktım. Etrafı taradım. Fenerin gür ışığında kaçmaya çabalayan iki çıplak ayak göründü. Arkasından seğirttim, kaçanı yakaladım.

Kapıcı odasına hırsızla birlikte girdik. Kapıcının sarı ışıklı fenerini yaktım.
Ay, bu ne küçük hırsızdı böyle! Ellerimin içinde kırarcasına sıktığım eli ufacık. Gözleri pırıl pırıl.

Neden sonra gülmek için, hem de katıla katıla gülmek için ellerini bıraktım.

Bu sefer küçücük bir çakı ile üzerime hücum etti. Ve çapkın, beni küçük parmağımdan yaraladı. Sımsıkı yakaladım keratayı. Ceplerini aradım. Bir parça kaçak tütün ve gene aynı sıfatlı bir iki sigara kâğıdı, temizce bir mendil buldum. Kanayan parmağıma onun kaçak tütününden bastım; mendili yırttım ve elimi ona bağlattım. Kalan tütünle de iki kalın sigara sardık, ahbapça konuştuk.

On beş yaşında vardı. Hani böyle şey âdeti değildi ama gençlik işte. Birisi ondan ipekli mendil istemişti, hani canım anlarsın ya, aşıklısı, sevdalısı, komşu kızı işte. Para da yok ki, gidip çarşıdan alsın: Düşünmüş taşınmış; aklına bu çare gelmiş. Ben:
- “Peki, dedim, imalathane bu tarafta, sen aksi tarafta ne arıyordun?
Güldü. İmalathanenin nerede olduğunu o ne bilecekti?
Birer de benim köylü sigarasından yaktık, iyice ahbap olmuştuk.

Halis Bursalıydı, doğma büyüme. İstanbul'a değil Mudanya'ya bile koca ömründe -bunu söylerken yüzünü görseydiniz- bir defacık inmişti.
Emir Sultan'da, ay ışığında, kızak kaydığımız zamanlar, benim de ayni bu tonda, bu kıvamda arkadaşlarım olmuştu. Eminim ki, bunun da onlar gibi, uzaktan sesini duyduğum Gökdere'nin havuzlarında derisi karardı. Biliyorum ki, mevsim mevsim meyvelerin kabuğunun rengini alıyor.
Baktım, yeşil üst kabuğu düşmüş bir ceviz esmerliğiyle esmerdi. Yine bir ceviz beyazlığıyla beyaz ve gevrek dişleri vardı. Ben bilirim, yazın başlangıcından ta ceviz mevsimine kadar Bursa çocuklarının yalnız elleri erik ve şeftali, yalnız çizgili mintanlarının kopmuş düğmelerinden gözüken göğüsleri fındık yaprağı kokar. O sırada kapıcının saati on ikiyi çaldı. Nerede ise cambaz bitecekti.
—“ Kaçayım ” dedi.

Tezer Özlü



Sen trendesin şimdi. Ben de oturuyorum burada. Saat 12'ye geliyor. Gecenin bu saatlerinde insanlar kısıyorlar seslerini. Sessizlik bürüyor ortalığı. Ben de daha iyi duyuyorum dinlediğim müziği. Daha çok yitiriyorum tüm düşüncelerimi. Olmayan düşüncelerimi. Uyuyabilmem için hiçbir neden yok. Sabah 8'de kalkmış olmam, o ilgisiz büro, ev, ben, beni yoramıyor artık. Uyanmam için de hiçbir neden yok.

Bu kelimeleri alt alta, yan yana dizmem için de. Bir gece. Diğerleri gibi. Bugün eski ben'lerimden biri olduğumu duydum. Karşılıklı gülsek.
Gülebilir miyiz dersin?
Gülebilir misin?


Tezer Özlü