Şubat 28, 2012

Nietzsche





Sahip olunması zorunlu tek şey var: Ya yaradılıştan ince bir ruhtur bu, ya da bilim ve sanatlar tarafından inceltilmiş bir ruh... 

F.W.Nietzsche

posta kutusundaki mızıka




Sevgili Dost,

Sonbahar her sene yüklenip serinliğini,
yağmurlarını,
rüzgarını ve yapraklarını,
evime yatıya gelir.
Ben sonbaharı kapıda karşılar:
''Kim gelmiş kim!'' diye sevinç gösterileri yapar,
boynuna sarılırım...
Sonbahar, her seferinde gözlerimin içine bakıp;
'' Hiç değişmemişsin'' der ve omzuma dokunur.
Ben sonbaharın gözlerinin içine bakamam; dokunur...

Ali Ural / Posta Kutusundaki Mızıka

Kafka



Bir kızılderili olsa insan.
Koşan bir at üzerinde boşlukta eğilmiş,
titreyip duran yer üzerinde kısa sürelerle aralıksız titreyip dursa,
üzengilerden çekse ayağını, yani üzengi diye bir şey olmasa,
dizginleri atsa elinden, yani dizgin diye bir şey olmasa
ve önünde uzanan araziye dümdüz biçilmiş bir kır gözüyle baksa
ve derken atın bir boynu ve bir başı olduğunu anımsasa.

Franz Kafka


Şubat 24, 2012




Müzikte bir çeşit duadır. Özellikle ruha eldivensiz dokunabiliyorsa ...  Güzel bir müzik dinleyerek günü kapatalım.

Dante Alighieri



“ gürültü, patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma. başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış. ama kimseye teslim olma. telaşsız, açık ve seçik konuş. başkalarına da kulak ver. aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü dünyada herkesin bir hikayesi vardır. yalnız planların değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. ne kadar küçük olursa olsun işinle ilgilen; hayattaki dayanağın odur. olduğun gibi görün. sevmediğin zaman sever gibi yapma. aşka burun kıvırma sakın; o çöl ortasında çimenli bir yerdir. yılların geçmesine öfkelenme; gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. ara sıra isyana yönelecek gibi olsan bile hatırla ki, kainatı yargılamak imkansızdır. onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol. görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de güzeldir. ”



Dante Alighieri

okumak okumak ...

Hayranım okumaya düşkün toplumlara. Keşke kendi kültürümüzde de genç yaşlı demeden kitap alışkanlığı böyle yer edebilseydi. İngiltere'de artık kullanılmayan telefon kulübeleri küçük kütüphaneler haline çevrilmiş. Cüzi bir meblağ karşılığı kitap değişimi yapabiliyorsunuz. 24 saatte faal durumda olan kütüphanenin önündeki kuyruğa bakıp insanların kitap okuma alışkanlıklarını ne boyutta olduğunu anlayabilirsiniz.

Kaynak : Dailymail







clementine



Ben güne enerjik başlayanlardanım. Hani bazıları sinirli uyanır, uykusu açılana kadar yanına yaklaşamazsınız ... Öylelerinden değilim.Yani yeni bir güne başlamışsın. Uyuyup uyanmışsın, uyanamayıp o günü hiç göremeye bilirdin .. Bu bile mutlu kalkmaya bir sebep değil midir ? Her neyse sonra kahvaltı filan derken, sabah haberlerini şöyle bir göz gezdireyim diyorsunuz. Aman tanrım o da ne ? Karısını dövenler, dövmekle kalmayıp öldürenler, hırsızlar, uğursuzlar, katiller, katliamlar, kazalar, şehitler ağlayanlar... Ee be kardeşim bu ülkede hiç mi güzel bir şey olmuyor ? Haberlere bakarsanız olmuyor.

İki gündür şu haber dönüyor ; " Sevgisine karşılık bulamadığı için okul servisini durdurup pompalı tüfekle 16 yaşındaki kızı ve arkadaşını öldürdü."  Şimdi bu ruh haliyle gününüze nasıl normal devam edebilirsiniz. Bunun gibi düzinelerce haber var. İşin trajikomik yanı da kızın babasının defalarca savcılığa, emniyete dilekçe vererek korktukları söyleyip koruma istemesi. Tabi sonuçta ne olmuş, ne koruma gönderilmiş ne yardım. Göz göre göre iki genç kız ( hatta çocuk sayılacak yaştalar ) arkada gözlü yaşlı sevenlerini bırakarak hayat veda ettiler. 

Bu ilk kez duyulan bir vaka değil. Bunun gibi gün içinde kaç olay yaşanıyor kim bilir. Kimileri ölümle sonuçlanırken kimileri darpta kalıyor, kimileri hiç duyulmuyor bile ...  Merak ettiğim nokta şu ;  Bu olaylara sebebiyet veren insanların nasıl bir ruh hali olduğu. Dayandığı temel nedir ? Cahillik mi, Ezilmişlik mi, İşsizlik mi, Mülkiyet duygusu mu ? Nasıl bir mülkiyet duygusudur üstelik bu ? Kaynağı nereden geliyor. İçinde yaşadığımız kültür mü besliyor bunu " Ya benimsin ya kara toprağın " ... Evine aldığın mobilya sehpada senin, canın sıkıldıkça kalkıp iki tekme mi savuruyorsun. Ya da bir cinnet anında eline bıçağı alıp tahta bacaklarını mı doğruyorsun. Cansız bir nesneye böyle davranmazken, bir insana üstelikte " sevdiğini " iddia ettiğin bir insana karşı nasıl böyle davranır İNSAN!

Öfke, Nefret  tüm dinlerde büyük günahlardan biri kabul edilir. Öfkesini  kontrol edemeyen kişi istediği kadar eğitimli olsun, istediği kadar inançlı geçinsin  kendisini nasıl " iyi " sayar. Nasıl varlığımı tamamladım diye düşünür.Yalnızca özel hayatında değil sosyal hayatında aynı kontrolü göstermesi beklenir. Olgunluk, tamamlanmışlık budur. Sevgisizlikten yakınıp sevdiğini iddia ettiği kişiye kötü muameleyi reva görenler acaba aynaya bakıp hiç kendilerine şu soruyu sordular mı ? " Ben kendimi seviyor muyum ki bir başkası da beni sevsin " Kendisini seven ve kendisi ile barışık olan insanın yaydığı güzellik mutlaka fark ediliyor. Tam tersi iticilik de öyle. Ve tanrı seni sevip binlerce ihtimal içinden doğmana izin verdiği halde, sen kim oluyor da önce kendinden sonra başkalarından nefret edebilme cür'etini kendinde buluyorsun ? 

O gözler sana kör bir insandan daha değerli olduğun için verilmedi. Konuşabilme ve akıllıca düşünebilme yetin bu yetiye sahip olmayan insanlardan daha özel, onlardan bir adım önde filan olduğun için de verilmedi. Özrü olan insanlar dünyaya iki elleriyle sımsıkı tutunup mutlu olmaya çalışırken, sen eksiksiz gelme şansına sahip biri olarak güzel sözler söylemekten acizsen, dünyaya güzel bakmıyorsa gözlerin o organlara sahip olamayan insanlara karşı borcunu nasıl ödeyeceksin ? Bunları yapmıyorsan ; Öfkeni, nefretini, çirkin sözlerini, siluetini alıp dağa mı çıkarsın bir mağaraya mı kapatırsın kendini ... Ruhunu yontmak için kendini nasıl ehlileştirirsin bilmem ama ortaya katkı namına bir şey koyamıyorsan var olan düzeni bozma bari ... 

Hangi inanca sahip olursanız olun . İster enerji diyin, ister tanrıya ister krem peynire tapın. Ama şunu unutmayın bu dünyada varoluşunuzun bir sebebi var. Size verilmiş " yeteneklerle"  ulaşmanız gereken bir misyon var. Bunu boş boş oturarak, dünyaya ve insanlara kırılarak ve kırarak, sadece yemek, içmek, dua etmek, sevişmekle borcunuzun tamamlanacağını sanmayın. Bu evrenin ve onu oluşturan gücün bireysel tatmin ve bencilliklerle geçiştirilmeyecek kadar derin manası olduğunu düşünüyorum. Sen olmasaydın senin yerini mutlaka birisi tamamlayacaktı. Var isen varlığını layıkıyla kanıtla.Bu düşüncem kendim de dahil hepimiz için geçerli. Yeteneklerimiz doğrultusunda bireysel gerçekliğimizi sorgulamamız ve bulmamız gerek. Yoksa bir ağaçtan, bir kuştan ne farkımız kalır.


Unutmadan, Neden Clementine ... Benim dönemindekiler bilir çok güzel bir çizgi filmdi . Onun kocaman bir balonu vardı ve içine çocukları alıp başka diyarlara götürürdü.Yardıma ihtiyacı olanlara yardım ederdi. İşte iki küçük kızın ölümlerini öğrenince Clementinin gerçek olması istedim. Böyle yardıma ihtiyacı olanları, korunmaya muhtaç olanları o balona koyup uzaklara götürmesi istedim bir an ... Öyle işte 



Niobe 





Şubat 23, 2012




- Hayat çok tuhaf. Çocukken zaman çok yavaş geçer. Sonra bir de bakmışsın 50 yaşına gelmişsin ve çocukluğundan ne kaldıysa geriye bir kutuya sığmıştır, tozlu bir kutuya.

Amelie

Tezer Özlü



"anlatamayacağım. bu insanlar guguk kuşu filmini de,
napolyon'un yaşam öyküsü filmini de,
limana yanaşan beyaz bir yolcu gemisini de,
vitrinlerdeki yeni sonbahar giysilerini de
aynı gözlerle seyredebiliyorlarsa, elimden ne gelir?"

Tezer Özlü

Şubat 21, 2012

Ingeborg Bachmann



bakışlarını kaldır ama bakma bana !

Ingeborg Bachmann

Goethe




İnsan hergün hoş bir şarkı dinlemeli, iyi bir şiir okumalı, güzel bir resme bakmalı ve mümkünse aklı başında birkaç söz söylemelidir ki, dünyevî kaygılar, Tanrı’nın insan ruhuna aşıladığı 'güzel' duygusunu yok etmesin.


Wolfgang Von Goethe

Son Kuşlar







.. Vaktiyle, bu adaya bu zamanda kuşlar uğrarlardı. Cıvıl cıvıl öterlerdi. Küme küme, bir ağaçtan ötekine konarlardı.
İki senedir gelmiyorlar. Sonbahara doğru, birtakım insanların çoluk çocuk, ellerinde bir kafes adanın tek tepesine doğru gittiklerini görürdüm. İçim cız ederdi. Büyüklerin ellerinde, birbirine yapışmış pislik renginde acayip çomaklar vardı.
Bunlarla bir yeşil meydanın kenarına varır, bunları bir ağacın altına çığırtkan kafesiyle bırakırlar, ağacın her dalına ökseleri bağlarlardı. Hür kuşlar, kafesteki çığırtkan kuşların feryadına, dostluk, arkadaşlık, yalnızlık sesine doğru bir küme halinde gelirlerdi. Çayırlıkta bir başka ağacın gölgesinde birikmiş çolukluçocuklu kocaman herifler, bir müddet bekleşirler. Sonra kuşların üşüştüğü ağaca doğru yavaş yavaş yürürlerdi. Ökselerden kurtulmuş dörtbeş kuş bir başka ökseye doğru uçup giderken, birer damlacık etleriyle birer tabiat harikası olan kuşları toplarlar, hemen dişleriyle oracıktı boğarlardı. Ve hemen canlı canlı yolarlardı.
Hele bir tanesi vardı, bir tanesi. Çocukları bu işe seferber eden de oydu. Ökseleri cumartesi gecesinden hazırlayan da. Konstantin isminde bir herifti. Galata'ta bir yazıhanesi vardı.
O esmerle sarışın arası iskete kuşlarının bir damlacık etlerinden yapacağı pilavın hazzıyla, pırıl pırıl yanan krom dişleriyle nasıl nasıl kopartırdı kuşların ümüğünü bir görseniz.
... Konstantin Efendi, o kuşların çok uzaktan geçtiklerini görebilirdi. Gözlerini kısardı. Esmer lekelerin adalar istikametinde gittiklerini görür, etrafına bakar, bir tanıdık görecek olsa gözünü kırpar, gökyüzüne bir işaret çakar: "Bizim pilavlıklar geldi" derdi. Kuşlar pek yakından geçmişse, seslerini taklit ederek, kalın dudaklarıyla dişlerinin arasından seslenirdi. Kuşların çoğunlukla aldandıklarına, bu sesi duyarak dost sesi sanıp vapur etrafında bir dönüp uzaklaştıklarına şahit olmuşumdur.
Havalar sertleşir, poyrazlar, lodoslar birbirini kovalar, günün birinde, teşrin'lerin sonlarına doğru ılık, hiç rüzgarsız, parça parça oynamayan bulutlu, tatlı, sümbüli günlerde, o, en çığırtkan kafes kuşunu nereden bulur bulur, mahalle çocuklarını çağırtır, isketeleri, floryaları, aralarına karışmış serçeleri gökyüzünden birer birer toplardı.
Seneler var ki kuşlar gelmiyor. ... Kuşlardan sonra şimdi de milletin yeşilliğine musallat olanlar. Geçen gün, yol kenarlarındaki yeşilliklere basmaya kıyamayarak, yola çıkmıştım. Konstantin Efendi'nin günlerinden bir gündü. Ama gökte hiç kuş gözükmüyordu.
Kuşlar şimdi yoktu havada ama yeşillikler vardı ya. Baktım. Bu yeşilliklerin bazı yerleri sökülmüş. Biraz ileride dört çocuğa rastladım. Yürüyorlar. Yeşilliklerin en güzel yerlerinde duruyor, bir kaldırım taşı kadar büyük bir parçayı alıp söküyorlar, bir çuvala dolduruyorlardı.
"Ne yapıyorsunuz?" dedim.
"Sana ne?" dediler.
Fukara, üstleri yırtık pırtık yavrulardı.
"Canım neden söküyorsunuz?" dedim.
- Mühendis Ahmet Bey söktürüyor.
- Ne yapacak bunları?
- Yukarıda deri tüccarı Hollandalı var ya hani, onun bahçesini düzeltiyorlar da.
- İngiliz çimi alsın, eksin, madem ki herif zengin.
- İngiliz çimiyle bu bir mi?
- Bu daha mı iyi?
- İyi de laf mı? Bunun üstüne çimen olur mu? Hollandalı öyle demiş.
Karakola koştum. Polislere haber verdim. Güya men ettiler. Gizli gizli, yine çimenler yer yer söküldü. Mühendis Ahmet Bey'e, ceza bile kesilmedi. Belediye talimatnamesinde, yol kenarlarındaki çimenleri sökmek cezayı mucip olmuyormuş.
Kuşları boğdular, çimenleri kestiler, yollar çamur içinde kaldı.


Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göre­meyeceksiniz. Bizim İçin değil ama çocuklar, sizin için kötü ola­cak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. 




Sait Faik Abasıyanık  / Son Kuşlar 



Turgut Uyar





Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten.
Vapur düdükleri ötmededir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam ...


Turgut Uyar

Şubat 17, 2012

Son Bakış




Son Bakış / Sezen Aksu
Söz : Aysel Gürel / Müzik : Onno Tunç

Aysel Gürel 'in ölümünün 4. yılı. Firuze, Ünzile, Yalnızca Sitem, 1945, Hasret gibi harika şarkılara imzasını attı. Bestelenmiş bestelenmemiş 20 binin üzerinde şiiri vardı. " Son Bakış " benim en sevdiğim şarkılarından biri ...

Dostoyevski




En az on dört, belki de yüz on dört tane yanlış teori üretmeden bir tanecik gerçeğe ulaşılmaz ve bu da kendine göre onurlu bir şeydir; ama biz yanlışlarımızı bile kendi kafamızdan üretemiyoruz. Bana en büyük yanlışlıklarla dolu saçmalıkları söyleyin, eğer bunlar bizzat sizin saçmalıklarınızsa, sizi bağrıma basarım! Başkalarının doğrularını söylemektense kendi yalanlarınızı söyleyin daha iyidir desem yeri var; böyle yaptığınızda hiç değilse insansınız demektir; aksi durumda ise, papağandan farkınız yoktur.
Hakikat hep vardır, varlığını sürdürür; ama hayat tıkanır, kesintiye uğrar, örnekleri vardır bunun. Peki, şu hâlde biz neyiz şimdi? Biz hepimiz, istisnasız, bilim, ilerleme, düşünce, buluş, idealler, arzular, liberalizm, muhakeme, tecrübe bakımından; her şey, her şey, her şey açısından, daha ana okulundaki çocuk hükmündeyiz! Başka insanların fikirleriyle geçinip gitmekten memnunuz.

Suç ve Ceza / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

Brecht




Ne giydiğini yaz bana! Sıcak tutuyor mu?
Uyuduğun yeri yaz bana! Yumuşak mı?
Nasıl göründüğünü yaz bana! Yüzün aynı mı?
Neyi özlediğini yaz bana! Kolumu mu?
Nasıl olduğunu yaz bana! Rahat mı?
Sana neler yaptıklarını yaz bana! Cesaretin yetti mi?
Ne yaptığını yaz bana! iyi şeyler mi?
Neler düşündüğünü yaz bana! Beni mi?
Sorulardır sana bütün verebildiğim
Ve gelen yanıtları kabullenmeliyim
Yorgunsan, uzatamam sana elimi.
Ya da açsan seni besleyemem
sanki bu dünyada hiç yokmuşum
Unutmuşum gibi seni.

Bertolt Brecht 

Şubat 16, 2012





sön cılız kandil sön! hayat dediğin ne ki;
yürüyen bir gölge, bir zavallı kukla bu sahnede
bir saat boy gösterip, boyun kırıp gidecek
bir daha da duyulmayacak artık sesi
bir aptalın anlattığı bir masal bu
kuru gürültüler, deli saçmalarıyla dolu.

kulaklarınız sakın küsmesin dilime
duyabilecekleri en acı sözleri söyledi diye.

bir ses duyar gibi oldum,
kimseler uyumasın artık! macbeth uykuyu öldürdü!
evet, masum uykuyu
yorgunlukları yıkayan suyu,
her günkü hayatın ölümünü
yorgunlukları yıkayan suyu
yaralı canların merhemini
yüce tabiatın baş yemeği,
hayat sofrasının cana can katan ziyafeti.

yüzümüzü bir maske gibi takacagız yüreğimize,
içindekini görmesinler diye.


Macbeth / William Shakespeare



Yağmurlu bir Pazar günü öğleden sonra ne yapacaklarını bilmeyen milyonlar , bir de ölümsüzlük isterler.

Susan Ertz



Bugün zor bir gündü. Yaptığım bir hatayı düzeltmeye çalıştıkça bu söz tüm gün beynimde yankılandı durdu. Ölümsüzlük, can sıkıntısı konuyla yakından uzaktan ilgisi yoktu ama sözün kendisi bana sersemliğimi hatırlattı  ... Seni sevmedim Susan Ertz. Bu ne kibir böyle ... :)

Şubat 14, 2012

Fernando Pessoa


Yola çıkmak! Yitirmek ülkeleri!
Bir başkası olmak süresiz,
Yalnız görmek için yaşamaktır
Köksüz bir ruhu olmak!

Kimseye ait olmamak, kendime bile!
Durmadan gitmek, sonu olmayan
Bir yokluğun peşinde
Ve ona ulaşma isteği içinde!

Böyle yola çıkmaktır yolculuk.
Ama ben açık bir yol düşünden öte,
Bir şeye gerek duymuyorum yolculuğumda.
Gerisi sadece gök ve toprak.

Fernando Pessoa



"Belki de insan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu."

George Orwell




Google 'ın Sevgililer günü Doodle ne kadar güzel olmuş. Kurgusuna, müziğine ( Tony Bennett Cold, Cold Heart ) bayıldım. Küçük çocuğun çabası ve ip atlayan kız çok şirinler. Evet, bazıları farkı sever, bazıları farklı sever. Bazıları da farkı fark edip farkını ortaya koyanı sever.

mutlu krepler ülkesi ...





Bir kadın olarak ( her kadın gibi ) özel günleri, renkli paketleri, çiçekleri böcekleri ben de seviyorum. Ama özel günlerin bi güzel tüketim aracı olarak sömürülmesinden dolayı bir bulantı gelmiş içime...

Buraya kadar olan kısmı herkes biliyor zaten ve hemen hemen herkesin dilinde aynı sözler dolaşıyor " Özel günleri kutlamayı sevmiyorum. Dayatma olarak görüyorum. Sevgimi bir güne mi sığdıracağım canım ? Ben her gün severim " klişeleri ...  Aynı duyguları çeşitli sözlerle bir zaman ben de söyleyip söyleyip durdum. Fakat fark ettim ki; bu " Al ! Al ! " " Kutla ! Kutla ! " çıkar dayatmasına karşıt da bir dayatma oluşmuş durumda. " Hediye alırsan enayisin. Kutlarsan basitsin. Sürülerin içinde sürmeli koyunsun  "  gibi ... Bir kalıptan kaçayım derken başka bir kalıba girme durumu. Oldu ! Ben almayayım.

Dayatmaların tümünün dayanaklarını ittirerek söylüyorum ki ;  Ne kutlamanın ne kutlamamanın bir ayıbı yok. Köy Mehmet Ağa'nın olabilir ama keyif sizin. Canınız nasıl davranmak istiyorsa öyle yapın. Haa ! Siz, anneler gününü 15 Mayıs değil 3 Nisanda  kutlayabiliyorsanız bravo !  Sevgilinize herhangi bir vakit " Canım, bugün Şebnem günü yada Mehmet günü olsun, bugün sen ne dilersen o olsun " diyebiliyorsanız kim takar 14 Şubatı ... Fakat komşunun çocukları anneler gününde annesini bir şekilde mutlu ederken " Ya anne ama lütfen, takılmayalım öyle bir güne yani nedir ki " filan derseniz oklavayı kafanıza yersiniz ... yerseniz :))

Çünkü insan hep bekleyendir. Hiçbir şey beklemiyorum senden dediğinde bile içindeki kuş susmaz.

Efendim. Bugün benim için " Mutlu krepler günü " oldu. Ben öyle ilan ettim. Sabah Juliana Swaney'in bloğu " Oh My Cavaleir " da nefis pankekler görünce kendime mutlu kreplerden yapmaya karar verdim. Yann Tiersan eşliğinde kreplerim puslu günümü aydınlattı.

Mutlu hayatı önceleri hep tek bir parçaymış gibi görürdüm. Yani yekpare, oluveren ve öylece kalan ...  Ama büyüdükçe bunun bir ütopya olduğunu anlıyorsunuz. Tüm yaşamınız boyunca doğumunuzdan ölümünüze kadar parça parça mutlu olduğunuz anların toplamıymış " mutlu ömür " ... Şansınız varsa o anlarınız uzun sürer yada sayıca fazla olur. O yüzden bugün 14 Şubatsa ve kısa anlardan mutlu ülkeler yaratmak için bir fırsatsa, an'ı anında değerlendirin.


Benim mutlu krepler günüm, sizin de " sevdiceğimsin " gününüz kutlu olsun.



Niobe

Şubat 13, 2012

kayıp adresteki



Ve hayat öylece akıp durdu işte, akıp duruyor
Kimilerinin bakışlarına yine karlar yağmış
Saçları dumanlı bir geçit sanki, dudakları lâl 
Kitap yakanlar eksilmiyor, şu uçuşup duran
Kırlangıç ölülerini görüyor musun kentin üstünde
Sen dostumdun benim, gülünce güneşler açan
Bulutlara, rüzgara asarım suretini her akşam
Her akşam bir mektup yazarım dağlar kadar
Kayıp bir adresten geliyor sesin şimdi, üşüyorsun
Unutma dostumsun sen, neredeysen orada ölmek isterim


Ahmet Telli 





"Belki de insanlar sisli bir denizde sürüklenen birer gemiden başka bir şey değiller, ara sıra uzaklarda birbirlerinin ışıklarını görüyorlar ve yan yana geçip giderken kısacık bir süre selamlaşıyorlar."

Theodore Zeldin


Şubat 10, 2012



" Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi ..." R.Tagore

Dan May

Dan May 'in daha önce bir iki çalışmasını şiirler ve yazılarla birlikte kullanmıştım. İllüstrasyonlarının beni oldukça etkileyen değişik bir ruhu var. Tanımlayamadığım bir derinlik bu ...  Diğer çalışmalarını görmek isterseniz sitesi burada.












Şubat 09, 2012

Kürk Mantolu Madonna



"İnsanlar nedense daha ziyade ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri araştırmayı tercih ediyorlar. Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini göstecek bir insan bulmaktan daha kolaydır."


Kürk Mantolu Madonna / Sabahattin Ali




Gözlerin beni ilgilendiren tarafı, vücudun yaşlanmayan kısımları oluşlarıdır.


Jacques Derrida

Lorca










ölürsem
açık bırakın balkonu.

çocuk portakal yer.
(balkonumdan görürüm onu.)

orakçı ekin biçer.
(balkonumdan duyarım onu.)

ölürsem
açık bırakın balkonu!

Frederico Garcia Lorca

Şubat 04, 2012

Goodnight Moon

The Bride / Kill Bill


"bildiğin gibi çizgi romanları çok severim. özellikle de süper kahramanlar hakkında olanları severim. örneğin en sevdiğim süper kahraman superman'dir. çok iyi bir çizgi roman değildir, özellikle çok iyi çizilmemiştir ama mitolojisi benzersizdir. şimdi, süper kahraman mitolojisinin ana özelliği bir süper kahraman ve onun diğer kişiliğinin olmasıdır. batman aslında bruce wayne'dir..örümcek adam aslında peter parker'dır. kahraman sabah uyandığında peter parker olur. örümcek adam olması için bir kostüm giymesi gerekir. ve işte bu açıdan superman tektir. superman süper olmamıştır. superman superman doğmuştur. superman sabah uyandığında yine her zaman ki gibi superman'dir. onun ikinci kişiliği clark kent'tir. üstünde büyük kırmızı s olan elbisesi kentler onu bulduklarında onun sarılı olduğu battaniyedir. bu onun kıyafetidir. kent ne giyer; gözlük, iş kıyafeti kostümü budur. superman bizi clark kentler olarak görür. peki... clark kentin özellikleri nelerdir. o zayıftır ve kendinden asla emin değildir. clark kent superman'in tüm insanlığa eleştirisidir. tıpkı beatrix kiddo ve bayan tommy plimpton gibi. arlene plimpton kostümü giyebilirdin ama sen beatrix kiddo olarak doğdun ve her sabah uyandığında hala beatrix kido olacaktın.


El Paso'ya taşınmak, plak dükkanında çalışmak, Tommy ile sinemaya gitmek, kupon kesmek.. Bunlar gizlenmek için işçi arı kılığına girmek. Kovana karışma çabaları.. Ama sen ne yazıkki işçi arı değilsin, sen asi bir katil arısın. Ve ne kadar bira içersen iç, ne kadar barbekü yersen ye, ya da popon ne kadar büyürse büyüsün; dünyadaki hiçbir şey bunu değiştiremez, sen değişemezsin.

Şimdi, ilk soru: El Paso'daki hayatının yürüyeceğine gerçekten inanıyormuydun?

- Hayır....







Hâlâ yaşayacak kadar şanslı olanlar; alın hayatlarınızı, gidin! Ama kaybettiğiniz organları bırakın. Onlar artık bana ait. 

(The Bride)








''Bazı duyguları bildiğin kelimelerle açıklayamazsın. Sen en yakın kelimeyi seçersin, aradığın kelime kesinlikle o değildir...'' 

C. Bukowski

konuş'mak'





Ağzımız kafes, kelimelerse bir kuş gibidir. Ağzımızı açtığımızda kelimeler birer kuş gibi uçarak kontrolümüzden çıkarlar. (Nobel)



Kuşlar ayaklarıyla, insanlar dilleriyle yakalanırlar.

Thomas Füller