Ekim 31, 2012




elif şafak










" Dostluk bir oyuncak olsaydı, bir müzik kutusu olurdu. Altındaki anahtarı kurduğunda eski, tanıdık bir melodiyle karşılardı bizleri. Ve belki de bir balerin dönerdi içinde. Aynadaki aksine bakan dalgın bir balerin usulca deveran ederdi, öylesine nazenin. Bir cisim olsaydı dostluk, kaleidoskop olurdu muhtemelen. Göz deliğinden her bakışta farklı bir desen, bambaşka renklerle çıkardı karşımıza. Gün içinde ışığın geliş açısına göre renkten renge, desenden desene bürünürdü. Çeşitliliğiyle büyülerdi.

Bir yemek olsaydı dostluk, tatlı değil, tuzlu değil, acılı değil, ekşi değil, karışım olurdu. İçinde birbirinden bağımsız tatlar yer alır ve bir uyum yakalarlardı beraber. Çünkü dostluk ahenk işidir hep. Bir damla limon, bir damla zencefil, bir kaşık bal, onlarca ayrı baharattan müteşekkil bir karışım.

Bir su kaynağı olsaydı dostluk, göl değil, dere değil; ırmak değil, pınar değil; deli dolu bir nehir olurdu. Çağlaya çağlaya akardı. Öyle tek mevsimde değil yaz kış taşardı. Gürül gürül temposuyla asi ve koyu mavi, köpük köpük sularında nice kelimeler, ne hikâyeler gizli, sadece sularını değil, sularına kapılanları da alıp uzak denizlere taşıyan bir nehir.

Dost hayatın hediyesidir. Aramakla bulunmaz, şans işidir ama kıymetini bilmeden de olmaz. Dostların yaşlanır. Sen yaşlanırsın. Beraber değişirsin. Dostluklarla aynı kalan yoktur. Bu yollarda, kâh hızlı kâh yavaş ama sonunda pişmeyen yoktur. Dost insanı alır ellerine bir hamur parçası gibi yoğurur. Bir bakmışsın değişmişsin. Bir bakmışsın aynı konuşmuyor, aynı düşünmüyor, dünyaya eski gözlerle bakmıyorsun. Şaşırırsın. Ne vakit, nasıl oldu da değiştin böyle anlayamazsın. Dost en fakir ruhu bile zenginleştirir.
Dost aynadır. Senin aynandır. Ruhunun en saklı köşelerini sana yansıtandır.


Elif  Şafak




güven





Güven bir karaca kadar çekingendir; insan onu bir kovdu mu, tekrar bulması uzun zamana bağlıdır.


Kurt Bıeden Kopf

sait faik




“Fakat buraya ağlamak için geldiğim halde ağlayamadım. Nasıl bacağım kırılıp da atlayamadımsa öyle… İçimde muhakkak bir yer param parça olmuş ki, ağlayamıyordum.”

Sait Faik Abasıyanık


gülten akın





ittim kapıyı girdim içeri, cesurca ya da aptalca
o ve çocuklardı dünya
yalnızlığım yitti
karşılığında
bir saksı beyaz siklamen
siyah güderi eldiven, renkli camlar
acıdan bir ayla ortasında
açmaya korkulan mutluluklar, gizli keyifler
girdi hayatıma

sıcak bir bakış, bir yadsıma
salim bir öfke girdi hayatıma
hatalarım kesinleşti yüzüme vurulduğunda
savunmadım kendimi, artık çok geç
şen elmalar gibi yuvarlandı ortalığa
titizce sakladıklarım
durdum
lekeli bereli güneşin tam ortasında


Gülten Akın


Ekim 29, 2012

Mireille Mathieu - Caruso





kafka





"Bir dayanak olmaktan çıkınca özgürleşir ruh ancak."


Franz Kafka





ilhan berk






ey güzel harf güzel kağıt güzel kalem.

sana nehirlerden rüzgarlardan söz ediyorum
benim için nehirleri eğit, su yolları aç.
ben ki daha ağzı lekeli bir çocukken
yürürken gördüm bir gün nehirleri
nehirlerin rüzgarların sözü yaşar

ben ağzının yaprağıyım, bir yere yaz bunu.


ey güzel el yazısı güzel mürekkep güzel uç.

beni küçük su birikintileri büyüttü.
beni anlamak için su birikintilerine sor
su unutmaz: daireler çizerek dikkatle çalışır.
benim için yapraklar topla, yatağını lekele.

ben bu akşam doğruyum, karıştır saçlarımı.


İlhan Berk

ve günler geçer ...







Sevgili Dost,

Neşesi yağmalanmış bir bayramdan geriye ne kalır? Ellerden buharlaşıp uçan limon kolonyaları, yenildikten sonra kağıdı buruşturulup atılan şekerler ...


Ali Ural

Ekim 23, 2012

V for vendetta - Bird Girl


demir özlü




“Bilmem sadece insan olmak istiyoruz biz. Belki de sadece bu: insan olabilmek.”

Demir Özlü

gülten akın / deli kızın türküsü











Şimdi insanların yalnız kolları var
Ve ben delice bir şey istiyorum
Şimdi insanların yalnız kolları var
Ve ben başımı koyuyorum ...









biz büyüdük ve kirlendi mi dünya ...





- O kurabiyelerle yatakta ne yapıyorsun Edi ?
- Karnım acıktı, ben de bir şeyler yemek istedim.
- Edi, yatağındayken kurabiye yememelisin. Yersen çarşafına kırıntı dökülür ve kırıntılar pijamandan içeri girer.
- Sahi mi?
- Kırıntılar pijamandan içeri girerse de kaşıntı olursun.
- Kaşıntı olmak istemiyorum…
- Kaşıntı olursan uyuyamazsın, bu yüzden yatağında kurabiye yememelisin.

- Haklısın galiba Büdü ... Bir daha asla yatağımda kurabiye yemeyeceğim.

- Edi, ne yapıyorsun?
- Senin yatağında kurabiye yiyorum

sözün gücü


ve biraz nezaketle, önce nezaketle, ama hep nezaketle ... 



mutluluk


çok karmaşık değil aslında 



Ekim 22, 2012

Ezginin Günlüğü - Gemi (Ud Versiyonu)




susku






Minelva ... İki kişi olsan da, herkes kendi gözleriyle tarar geceyi 

bejan matur






sana geldiğimde
kanatlarımı,
siyah taşlarla örülmüş
o ıssız şehrin üzerinde açacak,
bulduğum bir ağacın dallarına tüneyecek
ve acıyla bağıracaktım.

her kadın kendi ağacını tanır



Bejan Matur


ayna





beni yanlış evlerde aradılar, süt dökmüş kedilerin,
kapısı kilitli dağların yamacında. gereğinden fazla
süren suskunluğun eşiğindeydim oysa.

kadınları, kuşları, kendimi. pamuk tarlalarını hiç
terketmedim ama. beni yanlış evlerde aradılar, ku-
rumuş bir bahçenin duvarında.

yüzüne yaz değmiş çocukluğun saflığındaydım,
kıskacında. orada.

çay içiyordu. sıkılıyordu. hamamda şarkılar söylü-
yordu görüntüm. işbaşı yapıyordu çalıntı zamanlarda.

oysa geri dönecek gücü kalmayana dek yüzüyordu su-
larda. ölümsüzlüğü düşlüyordu; paylaşılan bir ölümün
sınırını. iki yüzü keskin bir bıçağın kınını, onu.

ayna.

beni yanlış öptüler aslında.


Altay Öktem

bazuka




“İnsan çocukken bir büyük saadet ülkesinde yaşıyor, sağa sola şuursuzca koşturup neşeyle kişniyor. Sonra büyüyor, büyüdükçe salaklaşıyor, salaklaştıkça unutuyor o mesut diyarı, bir nevi ölüyor. Çocuklukla yaşlılık arasındaki o dönem araf misali; kitabesi ağır mesailerle, küçük hesaplarla, kesif mutsuzluklarla yazılan bir mezartaşının gölgesinde azap gibi boktan hayatlar. Yetişkinler zombilere benziyor…”


Murat Uyurkulak - Bazuka


Ekim 21, 2012

lale müldür





“Söyle bana Selene, yeteri kadar su var mı kentlerin üzerine boşaltacak? Eğer olsaydı şu köşede ağlayıp duran küçük kız susardı belki. Ona niye ağladığını sordum. İnsanların çoğunun yürekleri selüloz da ondan dedi. Ona çiçeklerin içine bakıp durmasını ve gözünden akan damlaları bitirmesini söyledim. Daha sonra belki bu damlalardan birini alır kar yağdığında dışarı koyar ve damla da tıpkı onun gibi donar donarsa kimbilir belki de bir inci oluşur…”


Lale Müldür


maggie simpson




yaşam bir şekilde yolunu bulur :)


terrarium


yaşam bir şekilde yolunu bulur ... 











kuşlar uçar, ben koşarım T.Fikret





" Yılıyoruz ve sonra yeniden ayağa kaldırıyor bizi bize benzeyenler. Sanki yeniden düşmeyecekmişiz gibi değil, öyle bir söz hiç vermeden.

Ama hayat küçük bir şey zaten. Sen, ben ve senin gibi kuşlar. O kadar. Gerisi çoğu kez gaflet ve dalalet.

Sonra işte kuşlar uçuyor, söz veriyorlar sana, senin gibi olacaklarına...”


Ece Temelkuran



Ekim 12, 2012





fısıltıyla gelen, gürültüyle gitmez! ... Ş.Belen 



narla incile gazel





"Ne tuhaf bir yaşam bu !... Her yerde yabancı olmak, her ayrılışta, her yola çıkışta, sonunda kendi yerine, yurduna varabileceği umudunu taşımak, garip bir iştir. İnsanın kendi yeri, yurdu, neresi?"


Narla İncire Gazel / Bilge Karasu

Virginia Woolf





 " Üzerime sıçrayan duygu sarsıntısından korkuyorum; çünkü, başa çıkamıyorum onunla, sizin yaptığınız gibi bir anı, sonrakinin içinde eritemiyorum ve ben anlık sıçramanın sarsıntısıyla düşersem siz benim üzerime basacaksınız, beni paramparça ederek."



 Virginia Woolf / Dalgalar



Andrei Tarkovsky











“Yaz bitmiş yazıt bırakmaksızın, dünya neşeyle esrik, ama yeterli değil. Sonsuz yaşamın himayesi, ilgisiyle mest oldum, ikna oldum şansıma, ama yeterli değil. Hiçbir yaprak, asla sararmadı, hiçbir dal hoyratça kopmadı, gün, cam gibi, her şeyi yıkadı, ama yeterli değil.” 


Stalker / Andrei Tarkovsky 

artık herkes mutlu







Notos derginin bu ayki konusu " Ütopya ve Distopya " . İçinden Margaret Atwood'un ütopya ve distopya ile ilgili bir yazısından parçalar paylaşmak istedim. Tamamını ve diğer yazıları derginin bu ayki sayısında okuyabilirsiniz.

Cesur Yeni Dünya, bakış açınıza bağlı olarak ya kusursuz bir dünya ütopyası ya da bunun çirkin karşıtı olan bir distopyadır : yaşayanları gerçek dışı bir güzelliğe sahiptir, güven içinde sağlıklı ve tasasız yaşar. Ütopyanın bazen “ hiçbir yer “ anlamına gelen Grekçe “ ou- topos” dan geldiği söylenir; kimisi de “ eugenics” deki “eu” dan çıkarım yaparak, “ sağlıklı yer”, “iyi yer” anlamını önerir. O halde Sir Thomas More 16. yüzyıl Utopia’sında bir sözcük oyunu yapmıştır : var olmayan iyi yer anlamında ütopya. 

Shakespeare’in Fırtına oyunundaki Miranda, kıyıya vurmuş saraylılarla ilk karşılaşmasında “ Ah cesur yeni dünya, ne insanlar var içinde “ der.


20. yüzyılın ikinci yarısında iki ileri görüşlü kitap geleceğimize gölgelerini bıraktı. Bunlardan biri, zihinleri kontrol eden acımasız totaliter devlet örgüsüyle George Orwell’in 1949 ‘daki romanı Bin Dokuz Yüz Seksendört’tü – bu kitap bize Büyük Birader’i düşüncesuçunu , hafıza deliğini, Aşk Bakanlığı denilen işkence sarayını, sonsuza dek insanın suratını ezecek yıldırıcı bir postal görüntüsünü miras bıraktı.

Öbürü ise Aldaus Huxley’in daha yumuşak ve farklı yoldan bir totalitarizmi ortaya koyduğu Cesur Yeni Dünya’ydı ( 1932 ) – orada konformite, şiddet ve baskı yoluyla değil, hipnopediyle, şişede büyümüş mühendislik ürünü bebeklerle, üretim çarklarını döndüren sınırsız tüketimle, cinsel hüsranı ortadan kaldıran, yasaların şart koştuğu serbest cinsellikle, teknotratların vasıfsız işlerini sevmeye programlı zekadan yoksun serflere uzanan kast sistemiyle, anlık mutluluk veren yan etkisiz soma adlı ilaçla sağlanır.

Gelecekte bu şablonlardan hangisinin kazanacağı merak konusuydu. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, soğuk savaş döneminde öne çıkmıştı. Berlin Duvarı 1989’ da yıkıldığında alimler tarihin sonunu ilan ederken, alışveriş çılgınlığı zaferini kutluyordu ve soma benzeri haplar çoktandır yaygınlık kazanmıştı. Serbest cinsellik Aidsden payını almıştı ama öte yandan umursamaz, kikirdek , uyuşturucu bazlı bir harcagitsincilik içine düşmüş gibiydik.


Ekim 11, 2012






the hours





Lennard… Yüzüne bakmak hayatın, Her zaman… Yüzüne bakmak hayatın… Olduğu gibi. Ve en azından bilmek, Onu olduğu gibi sevmek, ve sonra, ondan vazgeçmek… Lennard, aramızda hep yıllar var. Hep yıllar, hep aşk, hep saatler…

The Hours

behçet necatigil







Geceleri korkulu yollara gittiniz mi?
Biz çok şeyi vakit yok, pek kısa geçiyoruz.
Limanda bilinen gemiler oysa açıklardadır,
Kullanırız bir sözü, ama hangi anlamda?

İnsan duyar bir yerde birdenbire uyanıp
Bir elin bir ışığı neden söndürdüğünü.
Yandaki odalarda her zaman hasta vardır,
Sağır duvarlarda eski inilti,
Şiirlere üşenmemiz bir yerde iyidir,
Hiç işittiniz miydi?

Bir top çizer havada, uzunca bir eğri
Ayağına, belki kader, geçmiş gün bir kadının
Düşer bir karanfil.. (neyse kısa keselim)
Soğurken bir ölü, çok ince bir eli
Tutup ısıttınız mı?

Aşınmış tahtaları kim yeniler gelince
Döner azdan başımız, sonra uzar ıssız kır.
Bir bizdik san sen, oysa gelir hep biri,
Kurar yeni barınak, kullanıp aynı taşları.
Yani ne mi diyorum, çok kurak tarla,
Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları..

Behçet Necatigil
Açık

yaşam uğraşı




Ancak sert ve kararlı kimseler kendilerini sevecen duygularla kuşatma bilgi ve yeteneğine sahiptirler; ama işin acısı, bu duyguların tadını da en az onlar çıkarabilir.


Cesare Pavese


Attila İlhan




Bugün Attila İlhan'ın ölüm yıldönümü (15 Haziran 1925 - 11 Ekim 2005) . Hakkında mini bir yazı yazayım istedim, bir röportajını yayınlayayım ya da onu anlatan yazılar paylaşayım. Röportajlarını, köşe yazılarını taradım. Ne okuduysam dönüp dolaşıp şiirine geldim, şiirinde kayboldum. Sanırım bir yazarı, şairi yine en iyi kendi eserleri kendi şiirleri anlatıyor. Ruhunun ince noktalarını, korkularını, kaygılarını, istek ve arzularını, iyi ve karanlık yanlarını ...

Şair bir röportajında şiir kitaplarının, şiirin satmadığı konusuna itiraz ederken " ' Şiir okunmuyor ' diyenler, Türk şiirinin geleneksel sesini yenileştirmeyi bilmeyenler, Türkçeyi yanlış bir düzeyde kullananlardır. " diyor ve şiir hakkında konuşmaya devam ediyor ;

" Türk okuru şiiri seçiyor. Her şiiri okumuyor. Şiir yazanların önce buna dikkat etmeleri gerekir. Ona sıcak gelen bir ses var; o, ancak bu sesi taşıyan şiirleri okuyor. Çünkü bu şairler, düşünceleri, ideolojileri ne kadar birbirinden farklı olursa olsun bizim geleneksel Türk şiirinin sesini kullanan şairlerdir. Necip Fazıl da öyle kullanır, Nazım da onu kullanır, ben de onu kullanıyorum, Ahmet Arif de onu kullanır. Geleneksel Türk şiirinin bir sesi vardır. Bu ses nereden geliyor? Ben bunu çok düşündüm. Bir defa, kesinlikle Türk musikisinden geliyor. Biz doğduğumuz andan itibaren, farkında olarak veya olmayarak bu musikinin içinde büyüyoruz. Ninnilerimiz bile belli bir makamda söyleniyor. Belki segah, belki yegah... Sokakta bir satıcı geçiyor. Bir hava tutturuyor. Bakıyorsunuz Türk halk şarkılarının ritminde bir şey söylüyor. Müezzin ezan okuyor; o da makamlı... Sabah ezanı saba makamında okunuyor. Sen doğduğun zaman bile bu ritim içinde büyüyorsun. Kulak bunu sağlıyor sürekli. Bu sese aykırı bir ses karşına gelince, insiyaki olarak reddediyorsun."

" Şiir de kurallar ne kadar etkileyici olursa olsun, yaratıcılık ağır basar. Sen gelirsin, bu kuralları hiçe sayarak bir şey yaparsın. Bütün millet senin şiirini söyler. Yani burada kalabalığa intikal edebilmek, insanların algılayabileceği frekansı bulabilmek çok önemlidir. Şimdi ben size bir şey söyleyeceğim. Benim en çok sevilen şiirlerimden biri "Ben sana mecburum" şiiridir. " Ben sana mecburum " lafı Türkçe olarak yanlıştır. Kurallar kırılmış olur. "Ben sana mecburum" denmez. Türkçe'de böyle bir laf yoktur. Ben, onu "Ben sana mecburum" şeklinde söyledim. Ve iki defa bestelendi. Demek ki önemli olan, bunu oturtabilmektir. Öyle bir oturtursun ki, herkes onu sever, benimser. Ve bu zamana kadar yanlış sayılan şey doğru olur. Zaten duygulara isim koyan şairlerdir. Dili yaratan şairlerdir. "


Yüzlerce şiiri, romanları, denemeleri ile Türk şiirinin büyük ustalarından Attila İlhan. Bıraktığı eserleriyle adı yaşamaya devam edecektir.

Bir şiirin anlatısını, duygusunu en güzel eser sahibi ortaya koyar. O yüzden bu harika şiiri kendi sesinden dinleyelim.




 








Röportaj alıntısı : Edebiyat dergisi " Yağmur" dan.

Ekim 09, 2012


birhan keskin







Denizin kederini anlatacak dili yok,
dedim ve devrildim,
böyle sürdü uzun yıllarım
düştüm, sustum, içimden geçirdim,
evi oldum sol yanından yaralı bir salyangozun
ve komşusu ağlayan bir ağacın.
Yeryüzü, ah yeryüzü diyerek
gürültüsüne de alıştım
kapladığım yerin.


sabah





Cemal Süreya kahvaltının mutlulukla ilgisi olduğunu söylemiş, öyledir. Çayın iyileştirici bir gücünün olduğunu söyleyen biri oldu mu bilmiyorum ama bir bardak sıcak çayın dinlendirici, ağrı giderici hafifletici bir yanı var.


Yenilenmek gerekiyor. Mevsimler, doğa her şey kendini yeniliyor, dönüştürüyor. Değişip dönüştüremediğiniz her durum, her oluşum, her mana eskiyor ve bozuluyor. Yeni bir dil, farklı bir bakış açısı belki de durup dinlenmek ve daha geniş nefesler almak gerek.


Sıcak bir çayın yanında iyi bir müzikte ruhu iyileştirip, ehlileştirir. İyi dinlemeler.





 



Ekim 08, 2012





Ingeborg Bachmann





“Kimi zaman bana neden içinde herşeyin iyi olacağı ütopik bir ülkeyi, ütopya niteliğindeki bir dünyayı tasarımladığımı sordular. Yaşadığımız günlük dünyanın iğrençliği göz önünde tutulduğunda, bu soruyu yanıtlamak bir çelişkiye yol açabilir, çünkü bizler, günümüzde gerçekte hiçbirşeye sahip değiliz. İnsan, ancak maddi şeylerin ötesinde birşeylere sahipse zengindir. Ve ben bu materyalizme, bu tüketim toplumuna, bu kapitalizme, burada cereyan eden bu korkunçluğa, sırtımızdan yaşamaya hakları olmayan bu insanların zenginleşmesine inanmıyorum. Gerçekte inandığım birşey var, ve ben buna ‘bir gün gelecek’ diyorum. Ve özlemini çektiğim şey, bir gün gelecek.Evet belkide gelmeyecek, çünkü onu hep yıktılar, binlerce yıldır yıktılar. Gelmeyecek, ama yinede inanıyorum geleceğine. Çünkü eğer inanmazsam, artık yazamam.”

Ingeborg Bachmann

kuş zaferleri







çok sonraları ne zaman yalnız kalıp gökyüzüne baksak / ne zaman bir parça rüzgar yutsak
bir cesaret havalanırlar / nefes borumuzu tıkayan kanatlılar



artık özgür



haftaya iyi ve mutlu başlamadım. iki yıldır baktığım muhabbet kuşum öldü, çok üzgünüm. hani dışarıdan bakıldığında dünyada savaştan, açlıktan, bakımsızlıktan ölen binlerce çocuk ve insan olduğu düşünülünce bir kuşun ardından gözyaşı döküp üzülmek bazılarına saçma geliyordur eminim. ancak benim gibi cansız adledilen eşyaların bile bir ruhu olduğunu düşünen biriyseniz bağ kurduğunuz bir canlının elinizde titreyerek ölmesi gerçekten çok acı, çok üzücü ...

" kuşların mezarı mı olur " diye sormuştum bir zaman, olurmuş. oluyormuş 

hayvan hakları koruma kanununda yapılacak değişiklikle hayvanların doğal yaşam parklarında toplanmasının tartışıldığı şu dönemde " doğal yaşam " nedir, neresidir önce onu sormak gerek. ben kanatlarıyla gökyüzüne ve ağaçlara ait olan bir canlıyı kafese kapatarak ne kadar doğru bir şey yapmışsam, sokaklarda insanlar arasında yaşamaya alışmış kedi ve köpekleri toplayıp ayırarak o kadar doğru bir şey yapılacağına inanıyorum.

sokaktan duyduğu kuş seslerine karşılık vermeye, sesini olan gücüyle duyurmaya çalışan kuşumu düşündükçe içim parçalanırdı. çoğu kez onu özgür bırakmayı düşündüm ama iki üç gün sonra açlıktan öleceğini düşünüp yapamamıştım. kafesini açsaydım belki mutlu ölürdü.


şimdi gidip ne kadar pet shop ve kuşçu varsa tümündeki kafeslerin ağızlarını açıp kuşları serbest bırakasım var. 



bir kuş ellerimde öldü. son gördüğü kafesti ... bundan sonra yollarıma kuş konar mı ? 



Ekim 05, 2012






şükran belen






bütün cümlelerim yarım
susarsan
kuvvetsiz bir iklim…

yarımsın,
dünya üç nokta
nereye varır
yığılıp kalmışsa
'çağımızın bir kahramanı'

aşk,kutsal kimlik
yalnızlık, kutsal acı

sen öyle 'ey'!
ben hep 'ah'!

tanrı, ölümle yarım!

inanma
makas değiştiren trenlere
bütün çağrılar
ve bu son imdat
bir şiire
şairin sığamadığı kendi kalbiymiş

bir nokta eksilirken…

Şükran Belen  / Yürüyüş


ömer faruk dönmez


















“ Bizim o koca koca kitapları devirmemiz,
iki satır samimiyet bulabilmek içindir. . . ”

Ömer Faruk Dönmez



Ekim 04, 2012



küçük kara balık






"küçük kara balık denizi düşünüyordu. bu düşünce onun zihninde bir gün gerçekleştireceği bir amaçtı.
ona göre hayat yalnızca yemek, uyumak, küçücük dünya sandığı bir gölde yaşamak değildi."


Samed Behrengi 



mother






Mother do you think they'll try to break my balls?
Anne toplarımı parçalamaya çalışacaklar mı sence?


Mother should I build the wall?
Anne bir duvar öreyim mi?



Pink Floyd / Mother 














Savaşı zenginler çıkarır, yoksullar ölür.

Jean Paul Sartre



Ekim 03, 2012

Erich Fried




"dün, konuşmayı öğrenmeye başladım; bugün, susmayı öğreniyorum; yarın, öğrenmeyi bırakacağım."


Erich Fried



Ekim 01, 2012

six feet under




Yaşamımızı doğru şekilde sürdürürsek yaptığımız her şey bir sanat eserine dönüşür. Giydiğimiz pantolon veya yatağımızı toplama şeklimiz bile. Dünyanın sorunu da bu zaten. Yaptığımız hiçbir şeyde yaratıcı olmaya çalışmıyoruz.


Six Feet Under



sahra ve serap







Yüzümü yok edecek aynayı buldunuz sonunda 
Avutun beni, çoğaltın beni, sırrınız oldum 
Hep bir şiirin sonu gibi konuştum, her dize 
başka bir şiirden geldi, en son yanıtı buldum. 

Birhan Keskin 




bilge karasu







Yaşamın artığından eksiğinden çok, çeşitleri var. Herkes elinden geldiği ölçüde yaşar. Nedir zaten yaşamak dediğin? Garip değil mi yaşamımızı nasıl kurduğumuz? Bir iplik parçası, bir çivi, bir mantar, bir kâğıt, bir paçavra, biraz toz, birkaç hiç… bir araya gelir bunlar, adı “bir yaşam” olur.


Bilge Karasu