Nisan 25, 2012

kumdan kale



Bir teorim var. İnsanlar ikiye ayrılıyor. Kimisi kumdan kaleler yapıyor, düzgün, kenarları belli, önceden tasarlayarak. Kimisi ise sulu kumu alıyor ve elinin ucundan akıtarak ortaya çıkacak şekli bilmeden ve her seferinde olmakta olana şaşırarak yaşıyor. Kimisi yapıyor yani, kimisi oluyor. Siz hangi kalesiniz? Benim ne olduğum zaten belli. O yüzden bazen denk getiremiyorum akıttığım kumu kaleye. Öyledir çünkü. O akan kum bazen yıkar yapıyı, bazen denk gelir yükselir yapı. Yanı başında ciddiyetle hayatlarını inşa edenler vardır. Sen sadece yaşarsın. Hayretle özürlü…

Yükselmeyen kale

Her ikisinin de bir bedeli var elbette. Ben sadece benimkini biliyorum. Sonunda özgeçmişime yazılmayacak bir sürü şey yaşamış olacağım. Sonunda tıpkı benim gibi özgeçmişinde yazılı olmayan binlerce hikaye yaşamış, yorulmuş, gözlerinde o yarı kırık bakışla dolaşan, pek konuşmayan, zaten konuşmadan da anlaşan insanlar olacak etrafımda. Şu fazla enerjik insanlardan kimse olmayacak ortalıkta. Muhtemelen onlara nazaran bir ud taksimi gibi geleceğiz kulağa. İyi mi derseniz bu durum… Hepimiz olduğumuzdan başka bir şey olamayacağımızı, fazla zorlamanın da anlamı olmadığını bilecek yaştayız değil mi? Ben o yaştayım. Akıttıklarımla kalenin çoğu zaman yükselmeyebileceğini ama bunu değiştirmek için çok geç olduğunu bilecek yaşta.


Yolun şefkati

Hangi kale olduğunuzu belirleyen şey yol değil aslında. Sadece eğer bir akıtma kale insanıysanız yol daha şefkatli geliyor insana. Daha çok saklıyor beceriksizliğinizi. Yani sanırım öyle. Yol bunun için zaten, duramayanlar için. Durabilenlere aşk olsun! İnşa edip sonra da onu korumak için heves duyanların, buna sabredenlerin hepsine aşk olsun… Ama bana hikayenin sonunu tahmin edebilmek ölüm gibi geliyor. Bir hayat seçersen ölümü seçmiş oluyorsun sanki. Peri gömleğini çıkarmış oluyorsun. Ölümlülerin arasına karışmış kör topal bir peri gibi…

Ne bileyim işte. İçim bugünlerde böyle…




Ece Temelkuran

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder