Ekim 12, 2012

artık herkes mutlu







Notos derginin bu ayki konusu " Ütopya ve Distopya " . İçinden Margaret Atwood'un ütopya ve distopya ile ilgili bir yazısından parçalar paylaşmak istedim. Tamamını ve diğer yazıları derginin bu ayki sayısında okuyabilirsiniz.

Cesur Yeni Dünya, bakış açınıza bağlı olarak ya kusursuz bir dünya ütopyası ya da bunun çirkin karşıtı olan bir distopyadır : yaşayanları gerçek dışı bir güzelliğe sahiptir, güven içinde sağlıklı ve tasasız yaşar. Ütopyanın bazen “ hiçbir yer “ anlamına gelen Grekçe “ ou- topos” dan geldiği söylenir; kimisi de “ eugenics” deki “eu” dan çıkarım yaparak, “ sağlıklı yer”, “iyi yer” anlamını önerir. O halde Sir Thomas More 16. yüzyıl Utopia’sında bir sözcük oyunu yapmıştır : var olmayan iyi yer anlamında ütopya. 

Shakespeare’in Fırtına oyunundaki Miranda, kıyıya vurmuş saraylılarla ilk karşılaşmasında “ Ah cesur yeni dünya, ne insanlar var içinde “ der.


20. yüzyılın ikinci yarısında iki ileri görüşlü kitap geleceğimize gölgelerini bıraktı. Bunlardan biri, zihinleri kontrol eden acımasız totaliter devlet örgüsüyle George Orwell’in 1949 ‘daki romanı Bin Dokuz Yüz Seksendört’tü – bu kitap bize Büyük Birader’i düşüncesuçunu , hafıza deliğini, Aşk Bakanlığı denilen işkence sarayını, sonsuza dek insanın suratını ezecek yıldırıcı bir postal görüntüsünü miras bıraktı.

Öbürü ise Aldaus Huxley’in daha yumuşak ve farklı yoldan bir totalitarizmi ortaya koyduğu Cesur Yeni Dünya’ydı ( 1932 ) – orada konformite, şiddet ve baskı yoluyla değil, hipnopediyle, şişede büyümüş mühendislik ürünü bebeklerle, üretim çarklarını döndüren sınırsız tüketimle, cinsel hüsranı ortadan kaldıran, yasaların şart koştuğu serbest cinsellikle, teknotratların vasıfsız işlerini sevmeye programlı zekadan yoksun serflere uzanan kast sistemiyle, anlık mutluluk veren yan etkisiz soma adlı ilaçla sağlanır.

Gelecekte bu şablonlardan hangisinin kazanacağı merak konusuydu. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, soğuk savaş döneminde öne çıkmıştı. Berlin Duvarı 1989’ da yıkıldığında alimler tarihin sonunu ilan ederken, alışveriş çılgınlığı zaferini kutluyordu ve soma benzeri haplar çoktandır yaygınlık kazanmıştı. Serbest cinsellik Aidsden payını almıştı ama öte yandan umursamaz, kikirdek , uyuşturucu bazlı bir harcagitsincilik içine düşmüş gibiydik.




2001’de New York’taki ikiz kule saldırılarıyla resim değişti. Düşünce suçu ve insanın suratını ezen postallar ne de olsa kolayca unutulamazdı. Aşk Bakanlığı görünüşe göre artık demir perdenin arkasındaki insanlarla sınırlı değildi : Batıdan çıkan yeni versiyonuyla tekrar bizleydi.

Cesur Yeni Dünya’nın edebiyatta bir çok öncüsü vardır. Platon’un Devlet’i, İncil’deki Vahiy Kitabı ve Atlantis Miti bu formun büyük büyükbabalarıdır; daha yakın bir zaman dönecek olursak, More’un Utopia’sı ve Jonathan Swift’in Gulliver’in Gezileri ‘indeki konuşan atlar diyarının akılcı Houyhnmleri , beyinsiz ve güzel “ üst sınıflar”ın gününü gün ettiği ve geceleri sosyal kelebekleri yemek için yeryüzüne çıkan çirkin “ alt sınıflar” ın yer altı mekanizmalarını işlettiği H.G Wells’in Zaman Makinesi örnek olarak verebiliriz.

Ploton’un Devlet’inden bu yana ütopya ve distopyalar gerçek toplumların temel gereksinmelerinden yola çıkmak zorunda kalmıştır. Hepsi aynı soruyu cevaplamak zorundadır: insanlar nerede yaşayacak, ne yiyecek, ne giyecek, cinsellik ve çocuk yetiştirme nasıl olacak, kim çalışacak, vatandaşların doğa ile ilgisi nasıl olacak ve ekonomi nasıl işleyecek ?

Huxley Cesur Yeni Dünyayı yazdığı zamanlarda, kitlesel tüketimciliğinden, sürü zihniyetinden ve bayağılıklarından dehşete kapıldığı Amerika ziyaretinin şoku içindeydi.

Cesur Dünya’daki bedenler tuhaf bir biçimde beden olmaktan çıkmıştır, ki bu durum Huxley’in şu savının altını çizer : “ her şeyin elde edilebilir olduğu bir dünyada, hiçbir şeyin anlamı yoktur
Anlam zaten olabildiğince ortadan kaldırılmıştır. Teknolojiye dair olanlar dışında tüm kitaplar yasaklanmıştır – örnek, Ray Bradburdy’nin 1953’teki Fahrenheit 451 kitabı romanı ; müzeye gidenler katledilir, örnek, Henry Ford’un “ Tarih Safsatadır “ sözü

Cesur Yeni Dünyanın 1946’dan sonra, yani İkinci Dünya Savaşının korkunç olaylarından ve Hitler’in “ nihai çözüm’”ünden sonra yayımlanan yeni baskısından sonra , Huxley 1932 tarihli ütopya / distopyasında, ya “ Ütopyada cinnet dolu bir yaşam “ ya da “ bir ilkelin kendi köyünde bir bakıma daha insani, öte yandan anormallikten ve tuhaflıktan yoksun hayatı “ mesajını vererek iki seçenek sunduğu için kendini eleştirir. ( Aslında üçüncü bir seçenek daha sunar – İzlandada uyumsuzlardan oluşan bir entelektüel topluluğu . Ama zavallı yabani John’un oraya gitmesine izin verilmez ve kimsenin kendini kırbaçlamadığı bir yeri zaten John sevmezdi de )

Dünyevi düzlemde oyalanan ve bu sayede hala kitap okuyabilen bizim gibilere kalan Cesur Yeni Dünya, 75 yıl sonra hala yeniliğini koruyor mu ? Ve bize sunduğu ruhsuz tüketicilerden, başıboşca haz peşinde koşanlardan, iç – dünya yolcularından ve programlı konformistlerden oluşan bir toplum olmaya ne kadar yakınız ?

İlk soruya cevabım, Cesur Yeni Dünya’nın onca yeni sürüye karşın hala çok yeni, güncel ve ilk okuduğum gibi sarsıcı olduğudur. İkinci soruya cevabım da, kim olduğunuza bağlı. Aynaya bakın : arkanızdan bakan Lenina Crowne’u ya da Yabani John’u görüyor musunuz ? İkisini de görmeniz ihtimal dahilindedir, çünkü her şeyin hep iki türlü de olmasını isteriz.


Huxley’in Cesur Yeni Dünya başlığını aldığı Fırtına’dan alıntılamak gerekirse : “ Biz öyle şeyleriz ki / Oradan rüyalar gelir “ “ Ve kabuslar



Margaret Atwood / Artık Herkes Mutlu / Notos Ekim- Kasım 2012





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder